Herkesin merak ettiği bişeyler vardır bu hayatta.Benim merakım hayatımızda sıradanlaşmıs, varlığını

mertkocturk

Herkesin merak ettiği bir şeyler vardır bu hayatta. Benim merakım hayatımızda sıradanlaşmış, varlığının olmadığını düşünmediğimiz şeylerin nasıl oldu da keşfedildiği..
Örneğin yer çekimi kuvveti. Daha çok küçükken öğrendik ve nedenini sorgulamadık. Oysa yerçekiminin varlığının bilinmediği dönemlerde vardı dünya tarihi üzerinde .
Peki kim nasıl keşfetti?
Dediğim gibi benim merakım da bu tarz şeylerin nasıl keşfedildiği,kimler tarafından keşfedildiği ve icadının arkasındaki hikayeler ...şimdiden iyi okumalar :)

Bu Blogda Ara

5 Haziran 2015 Cuma

Neden Sosyal Medya ?

                    
5706_sosyal_medya_111

Bilgi çağı ile paralel ilerleyen teknolojik gelişmeler sonucu, bilginin paylaşımının hızlanması gibi nedenlerden dolayı yeni platformlar ve sektörler ortaya çıkmıştır. İnternet kullanımının yaygınlaşması, her evde en az bir bilgisayarın bulunması ya da her ortamda akıllı telefonlar ile ağlara bağlanım kolaylığının olması, kişileri interaktif dünyada oldukça ulaşılabilir bir duruma getirmiştir. Bunu gören girişimciler ise, internet alanında yeni sektörlere yelken açmışlar ve bu tip kullanıcıları kurdukları web platformlarına çekebilmeyi amaçlamışlardır.
Önemli interaktif platformlar, ülkemizde ve dünya genelinde, forum benzeri web sitelerinden esinlenerek meydana gelmişlerdir. Google ve Yahoo gibi arama motorlarının, sürekli güncel kalan ve yeni anahtar kelimeler kazanan web sitelerini daha üst seviyelerde değerlendirmeye başladığı dönemde, çeşitli web siteleri kullanıcıların yazılarından faydalanmak istemişlerdir. Bu sayede, hem kullanıcılar sanal birer kimlik kazanarak onore olacak, hem de web siteleri güncelliğini korumuş olacaktır. Yalnızca manevi açıdan değil, maddi açıdan da gelir kapısı olabilecek bir sektör haline gelen bu tip platformlar, bünyelerindeki yazarları genel olarak seçerek almaktadırlar. Peki, buraya kadar olan kısımda, bu sektörün nasıl ve ne amaçla doğduğu belirtilmişken, acaba insanlar ne için bu tip sitelerde yazmaktaydılar?
5706_socialnwtwork

Bu sorunun en kuvvetli cevabı, insanların beğenilme dürtüsünden ileri gelmektedir. Bir şekilde yazarak kendini ifade etmeye çalışan bireyler, yazılarının sanal ortamlarda okunması ile kendilerini kimi zaman önemli hissetmekteler, kimi zaman ise paylaştıkları fikirlerin sadece kendilerine ait olmadıklarını düşünmektedirler. Son yılların moda web projelerinden olan, sosyal medya tanımlamasının içini dolduran Facebook, Twitter, Ekşi Sözlük, Galatasaray Sözlük, İtü Sözlük gibi birçok alanda farklılaşmış ve özelleşmiş web siteleri, sanal dünyanın en sık kullanılan alanları haline gelmişlerdir. Sözlük tipindeki web siteleri, yazarlarını kendileri belirlerken, diğer sosyal paylaşım sitelerine ise isteyen herkes üye olabilmektedir. Bu nedenle, sözlük yazarlarının yazdıklarının sosyal medya hesaplarında paylaşılması, beğenilmesi ve kitlelerin bu fikirleri okuyabilmesi, bu bireyler adına mutluluk verici bir durumdur. Çünkü birey, kendini yalnız hissetmeyecek ve kaçınılmaz insanlık dürtüsü olan beğenilme duygusunu, iliklerine kadar hissetmiş olacaktır.
5706_blogging1

Bir başka yazı yazma sebebi ise, genel olarak akademik ya da habervari işlere imza atan bireylerin, fikirleri ile toplumu yönlendirme amacından ileri gelmektedir. Günümüzün tanınmış gazeteci ve akademisyenleri, bu sınıfa girebilir. Ayrıca, sanal ortamlarda yazı yazma yöntemi ile, gündemde kalabilme amacı güden tanınmış kişiler de bulunabilmektedir. İnsanları örgütlemek, duyurular ve organizasyonlar yapmak amacı ile, belirtilen platformlarda yazan bireyler de unutulmamalıdır. Çünkü sosyal medya, örgütlenme ve haberleşme adına, çok ciddi bir güç haline gelmiştir. Bu sayede, bir kişiden yayılan önemli bir haber, kısa sürede milyonlarca insana ulaşabilmektedir. Para kazanmak, gelir kaynağı olarak yazılarını kullanmak isteyen bireyler ise, sınıflandırmanın en yeni üyeleridir. Çünkü, internet piyasası ve bağlı sektörlerinin gelişimi, neredeyse son 15 yıllık bir geçmişe sahip olduğu için, bu alandaki ufak tefek para kazanma yöntemleri de yeni yeni gelişmektedir.
İnternet siteleri ve sosyal medya platformlarında, çeşitli sebeplerle yazılar yazılsa da, bunların ayrı ayrı pek çok amacı bulunmaktadır. Başlıca sebeplere yukarıda değinilse de, devinim ve yenileşim içindeki tüm platformlar, bir çok yeni nesil yazar ile farklı yollara ve farklı amaçlara doğru da ilerlemeye devam edecektir.

3 Haziran 2015 Çarşamba

" Biyomimikri " de Neymiş

                    
4247_kelebek
Kuşlarda, balıklarda, bitkilerde, hayvanlarda ve yaşayan diğer tüm canlılardaki tasarım, mühendislerin aynı görevi yapmak için ürettiklerinden üstündür. Bazıları, çalışan bu tasarımları direk kopyalamanın daha iyi bir fikir olduğunu düşünüyor. Bir kuş gibi uçabilmek, bir balık gibi yüzebilmek, bir yarasa gibi görebilmeye ne derdiniz? Pek çok çocuk böyle şeyler yapabildiğini hayal eder ve bu hayaller boşa geçen zamanlar değildir çünkü teknoloji böyle hayal gücüyle gelişir. Pek çok bilim adamı ve mühendis de yüzyıllardır böyle şeyler yapabilmeyi hayal ediyor. Aslında doğanın bu mucizelerini kopyalamaya çalışıyorlar. Bu biyomimikri, biyonik, biyomimetik ve doğadan ilham alan tasarım olarak biliniyor.
4247_leonardo
İlk insan yapımı uçak tasarlanırken Leonardo da Vinci de, Wright Kardeşler de kuşların nasıl uçtuklarını incelediler. Bugün kullandığımız uçaklar, uçan kuşlar tarafından sergilenen karmaşık kontrolle kıyaslandığında sadece basit birer taklit olarak kalırlar. Bilim adamları artık son tasarım trendi ile ilgili ilham bulmak için çizim tahtalarıyla ormanlık alanlara ve tarlalara geri dönüyor. Florida Bilim Araştırma Üniversitesi’ nin açıkladığı gibi özellikle askeri alanlarda son zamanlarda trend olan mikrohava araçları veya MAVs olarak bilinen kanat genişlikleri 6 incten küçük olan minyatür uçaklardır. Onlarda bu uçakları tasarlarken tıpkı Leonardo da Vinci gibi kuşları incelediler.
4247_biyomimikriUltracane, Leeds Üniversitesinden bir grup araştırmacı tarafından 1998 yılında kurulan bir şirketin  üretilmiş bir üründür. Bu ürün görme engellilerin kendi yollarını bulabilmelerine yardımcı olmak için geliştirilmiştir. Kullanıcıların önlerindeki engelleri bulabilmeleri için ses dalgaları üretir. Bu cihaz yarasaların tamamen karanlık bir ortamda bile en küçük nesnelerden kaçınmak ve kendi yollarını bulabilmek için kullandıkları sesin yankılanma özelliğinden ilham alınarak yapıldı. Bu küçük elektronik cihaz beyaz bir bastona bağlıdır ve bastonun koluna geri bildirim sağlar.  Morphotex, bir kelebeğin kanat rengini değiştirme özelliğini taklit eden bir fiber malzemedir. Bu adı morpho kelebeğinden almıştır. Bir japon şirketi tarafından üretilmektedir. Değişik kırılma indeksleri oluşturmak için iki ayrı polimerden oluşan 61 katmanlı nanoteknoloji kullanılarak üretilmektedir. Renk oluşturmak için boyalar ve pigmentler yerine değişik kırılma indeksleri oluşturduğundan daha az enerji harcar ve doğaya zarar vermez. Bu ilerde tekstil ve yapı malzemelerinde kullanılabilir. Biomimicry’a, daha fazla örnek olarak, kablo bağlantılarını verebiliriz. Dulavrad otlarının ve köpeğinin tüylerinin elbiselerine yapıştığını fark eden İsviçreli mühendis George de Mestral, bundan esinlenerek kablo bağlantılarını icad etti ve patentini 1951’de aldı. 1952 yılında ise bir şirket kurarak el yapımı kablo bağlayıcılarını üretmeye başladı.
4247_leonardo
Daha pek çok alanda biyomimikri’nin nasıl kullanılabileceği tartışılmaktadır. Kontrplak ve sunta gibi yapı malzemelerini üretmek için midyelerden esinlenilerek yapılan bir yapıştırıcı kullanılıyor. MIT araştırmacıları bir çöl böceği tarafından kullanılan su toplama sistemini kopyalamaya çalışıyor. Carnegie Mellon Universitesinden araştırmacılar su böceklerinin su yüzeyinde yürüyüşlerini kopyalayan robotlar tasarlamaktayken, diğer bilim adamları cam sünger olarak bilinen bir derin su yaratığını inceleyerek kırılgan bir maddeye nasıl güç verebileceklerini anlamaya çalışıyor. Deniz mühendisleri teknelerin suda nasıl daha etkili kayabileceklerini anlayabilmek için köpek balıklarının derilerini inceliyor. Kim bilebilir, belki ormanda yaptığınız bir yürüyüş veya okyanusta yüzmek bir sonraki icat için size ilham verecektir.

Günümüzün vazgeçilmezi "wireless"

      
4532_imagesKablosuz iletişim yani wireless sistemleri, iki farklı nokta arasında arada herhangi bir kablo olmadan veri transferinin sağlanması şeklinde kısaca açıklanabilir.
Bilinen ilk kablosuz iletişim olan  “sesle iletişim”, ormandaki canlıların birbirleri ile iletişimi, dumanla haberleşme gibi örnekler vermek yanlış olmaz. En eski elektromanyetik wireless sistemi, dumanla haberleşmeyi baz alan bir yapıdır. Beynin bilgiyi alması için, gözün dumanla oluşan sinyalleri algılaması gerekir. Wireless sisteminde de aynen dumanla haberleşmede olduğu gibi havada yayınlanan elektromanyetik dalgaları algılayan antenler veriyi; TV, radyo gibi cihazlara aktarır.
4532_orada-wireless-var-tel-uzerinde-duran-kuslarBildiğimiz kadarıyla wireless iletişimi, Maxwell ve Hertz’in elektromanyetik dalgalar hakkındaki çalışmalarıyla başlamış olsa da, bu noktada asır çığır açan çalışma Tesla’’nın bu dalgalar üzerinden nasıl veri iletildiğini göstermesiyle olmuştur. 1898 yılında Marconi bir gemiden sahille haberleşmesiyle ilk radyo resmen doğmuş oldu. Tesla bu çalışmayı ilk başlatan kişi oldu fakat Markoni bu çalışmayı halka daya yararlı bir hale getirdi ve 1909 da Nobel ödülüne layık görüldü. İlerleyen yıllarda radyo (daha sonra televizyon) bütün dünyaya yayıldı. Halk arasında radyo ve televizyon için “kablosuz iletişim” terimini kullanmayız fakat bilimsel anlamda öyleler.
Teknoloji geliştikçe araba radyolarını örnek verecek olursak, hareketli iletişimde oluşturulmuştur. Bir çok araştırma, eğlence yayınlarının yapılmasına olanak sağladı. 1930 sonlarına doğru geniş bir wireless veri transfer ağı yer aldı.

Zeplin pardon Zeppelin


                    
4503_1Zeplin, İngilizce ismiyle “Zeppelin”; içinde hafif gaz bulunduran, itme gücüyle çalışan yönlendirilebilir bir hava aracıdır. Zeplin’in tarihi, balonlardan gelir. Zeplin ile ilk başarılı uçuş, 24 Kasım 1852 yılında Fransız Mühendis Henry Giffard tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu Zeplin, yaklaşık 43 metre uzunluğunda ve 12 metre çapında Hidrojen dolu bir hava aracıydı. İtme ve yönlendirme işlevini üstlenen üç beygir gücünde bir buhar makinesine sahipti.
Fakat bilinen ilk Zeplin, 1900 yılında yapılmış olup, 20. Yy’‘ın ilk icadı olarak bilinir. 20 yüzyıl hiç şüphesiz birçok icadın olduğu, insanlık tarihinin teknolojik alanda en fazla gelişim sağladığı zamandır. 1900 yılında Kont Ferdinand Von Zeppelin tarafından icat edilen bu Zeplin 128 metre uzunluğunda ve 11 metre çapında Hidrojen kullanılmış bir Zeplin’’dir. Bu Zeplin 16 beygir gücündeki motoru ile saatte 33 km hız yapabiliyordu. Tabi ki bu Zeplin tek olarak kalmadı ve ilerleyen yıllarda bunu yenileri takip etti. Özellikle 1. Dünya savaşı sırasında Almanlar Zeplin’’e önem göstermiş ve Londra ile Paris’i Zeplinler ile bombalamıştır.
4503_2
Daha sonraları 1928 yılında yapılan LZ-127 takip etti. Daha sonra 1936 senesinde LZ-129 yapıldı. Bu Zeplin 1100 beygir gücünde bir motora sahipti ve saatte 110 km hız yapabiliyordu. Daha sonraları Zeplinler ile Atlas ötesi uçuşlar gerçekleştirildi. Öyle ki 1950’li yıllara gelmeden yaklaşık olarak 52.000 kişiyi Atlas ötesine taşımıştır. Fakat birçok büyük kazalar oldu ve yolcu uçakları gelişmişti. İkinci Dünya Savaşı zamanında Zeplin üretimi tamamen durdu. Günümüzde ABD’’de az sayıda üretilen Zeplinler reklam amaçlı kullanılmaktadır.
Sonuç olarak bir zamanlar dış görünüm ile insanların ilgisini çeken Zeplinler, yıllar içerisinde kullanışsız olmuştur. Günümüzde daha kullanışlı hale getirilmeye çalışılmaktadır. Fakat havayolu taşıtlarının günümüzdeki gelişimini göz önüne alırsak Zeplinlerin kullanılması pekte mümkün görülmüyor.

Robotlar Bi Gün Dünyamızı Ele Geçircek mi? Bilinmez :)

 

                    
roRobot sözcüğünü ilk olarak çekoslovak yazar Karel Capek Rossum’s “Universal Robots” adlı oyununda kullanmıştır. Çekoslovakça’da “robota” sözcüğü “zorla çalıştırılan işçi” demektir. Fakat genel bir tanımla robot, ottonom veya önce programlanmış elektronik cihazlar olarak tanımlamak mümkündür.Robotlar bilgisayar kontrolünün yanı sıra uzaktan kumanda ile de kontrol edilebilinir.
Robotlar günümüzde büyük bir tarihsel gelişime uğramışlardır. İnsanların ilk ürettikleri robotlar; eğlence amacı ile üretilmişti.İç mekanizmasından çok dış görünüşü ile ilgileniliyordu.Birden fazla görev istenemiyordu yeni bir görev için yeniden tasarlanması gerekiyordu. Üzerinde herhangi bir sensör yer almıyordu.Günümüzde ise robotlar insanların ihtiyaçlarının büyük bir kısmını karşılayacak hâle gelmiştir.Şuanda en büyük kullanım alanını endüstriyel sanayi oluşturmaktadır. Zamanla insanların robotlara karşı öngörü ile yaklaşmasıyla Isaac Asimov robotların amacının insanlara hizmet olduğunu belirterek, robot yasası adı altında bilgi yayımlar.
Üç maddeden oluşan bu yasa şu şekildedir;
1. Bir robot bir insana zarar veremez ya da kayıtsız kalarak bir insanın zarar görmesine neden olamaz.
2. Birinci yasayla çatışmamak koşuluyla, bir robot insanlar tarafından verilen emirlere uymak zorundadır.
3. Birinci ve ikinci yasayla çatışmamak koşuluyla bir robot kendi varlığını korumalıdır.
ro4Zamanla robotların gelişimini şu şekilde sıralayabiliriz;
*1930’’lu yıllarda uçak tasarımcıları uçaklar için otomatik pilotu tasarladılar. Bunlara Avrupa’da robot pilot deniliyordu. Aynı dönemde ilk olarak sprey boya ile duvarları boyayan endüstriyel robotlar yapıldı. Bu makinelar verilen bir görevi yerine getirebilmek i¸cin önce bir alıştırma ve eğitim evresinden geçiyorlar, bu evrede yaptıkları hareketlerin bilgilerini kaydediyorlar ve daha sonra bu kaydı kullanarak hareketleri tekrar ediyorlardı.
*1940’’larda Westinghouse yatay düzlemde bağımsız olarak tümüyle hareket eden iki robot yarattı. ”Electro” adlı robot, dans ediyor, 10’ a kadar sayıyor, sigara içiyor ve yeni Westinghouse ürünlerini tanıtıyordu. Arkadaşı robot köpek de yanında yürüyor, arka bacakları üzerine kalkıyor ve havlıyordu. Hiçbir insan müdahalesi olmadan, çevresindekileri algılayıp tepki vermek üzere programlanabilen ilk robot. Yapay zeka labaratuvarlarında algılama ve görme ile ilgili teorileri test edebilmek amacı ile tasarlanmıştır. Bu tip¸ calışmalardan biri de 1940’’lı yıllarda Shannon geliştirdiği labirent ¸cözebilen bir faredir. Bu fare basit bir öğrenme algoritması ile çalışıyordu.
*1953 yılında Grey Walter, robot bir kaplumbağa geliştirdi. Oval şekilli bu kaplumbağanın hareket etmesi ve yön değiştirmesi iki motorla sağlanıyordu.
ro5*Kaplumbağa, ufak noktasal ışık kaynaklarının yerleştirildiği karanlık bir odada ışık dedektörleri ile ışığı algılayıp, ışık şiddetine bağlı olarak ışık kaynağına doğru yöneliyor veya ı¸sık kaynağından uzaklaşıyordu. Kaplumbağa aynı zamanda enerjisi azalınca priz bulup kendisini şarj edebiliyordu.
*1953’’te Japon firması Seiko, farklı tipdeki bir çok saat parçasının montajını yapan minyatür bir robot geliştirdi.
*1965 yılında “DENDRAL” isimli ilk uzman sistem yazılım geliştirildi.
*1976 yılında Viking 1 ve Viking 2 uzay araçlarında robot kolar kullanıldı.1998: Robot oyuncak FURBY piyasaya çıktı.
*1999 yılında Sonyi yeni oyuncak ve ev hayvanı Aibo’’yu piyasaya sürdü.
*2000 yılında Honda, yeni humanoid robotu Asimo’’yu dünyaya tanıttı.
*2004 yılında Robotik sektörü sadece Kuzey Amerika’da 1.06 milyar dolarlık iş hacmine ulaştı.
*2008 yılında Nasa’nın Phoenix robotu, Mars’ta başarılı bir şekilde araştırmaları yönetiyor.
*2008 yılından sonrada robotlar gelişimini sürdürdü ve sürdürmeye devam ediyor.

Türkiye'nin İlk Yerli Otomobili "Devrim"


                    
4813_devrim_arabalari

Türkiye’nin ilk yerli otomobili Devrim; 1961 yılında, Eskişehir’de bulunan Tülomsaş, Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayi tesislerinde, Türk mühendis ve işçisiyle, yerli malzeme kullanılarak, 129 günde imal edildi.
Herşey; “ Ordunun cadde binek ihtiyacını karşılayacak bir otomobil tipinin geliştirilmesi “ göreviyle başladı. Her açıdan, tüm zorluklara rağmen yaklaşık 4.5 ay içerisinde, 4 adet 50 beygirlik A4L (yandan sübaplı) tipi, üç er adet 60 beygirlik A4T (üstten sübaplı) ve 70 beygirlik B3T (üstten sübaplı) tipi toplam 10 motor, 3 adet A tipi ve 4 adet B tipi toplam 7 şanzıman olmak üzere toplamda 4 adet sedan otomobil imal edildi..
Cumhuriyet Bayramı törenlerine yetiştirilen otomobillerden biri, benzini bittiğinden dolayı, basın ve ithal otomobil satan çevrelerce karalanmaya çalışılsa da ikinci Devrim otomobili ile Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel; Hipodrom’a gidip geçit törenine katılırken, az evvel bahsettiğimiz çevreler Devrim otomobilini görmezden geliyor, otomobil projesi için harcanan 1 400 Lira eleştiriliyor ancak at ıslahı için ayrılan 25 milyon Liradan söz edilmiyordu.
Devrim Otomobili’ni tüm imkansızlıklara rağmen, geceli gündüzlü çalışarak ortaya çıkan ekibin üyeleri şu şekilde sıralanıyor:
*Y. Müh. Emin Bozoğlu
4813_devrim_arabasi (1)
*Y. Müh. Hakkı Tomsu
*Y. Müh. Nurettin Erguvanlı
*Y. Müh. Mustafa Ersoy
*Y. Müh. Celal Taner
*Y. Müh. Mehmet Nöker
*Y. Müh. Hüsnü Kayaoğlu
*Y. Müh. Necati Peköz
*Y. Müh. Nurettin Erguvan
*Y. Müh. Ercan Türer
*Y. Mimar Kemal Elagöz
*Y. Müh. Gültekin Sabuncuoğlu
*Y. Müh. Salih Kayasağın
*Y. Müh. Kemal Serdaroğlu
*Y. Müh. Şecaattin Sevgen
*Y. Müh. Kemalettin Vardar
4813_devrim_eskisehir
*Y. Müh. Şahin Karadağ
*Mak.Mühendisi. Celal Taner
*Y. Müh. Faruk Akyol
*Y. Müh. Samim Özgür
*Y. Müh. Salih Kaya Sağın
*Y. Müh. Hamdi Tahıllıoğlu
*Y. Müh. Ferdi Mertcan Keskin
*Mak.Müh. Hamit İşeri
*Y.Müh. İsmet Özkan
*Y.Müh. Mustafa Seyrek
*Y.Müh. Hasan Dinçer
*Latif Dinçer
*Metalurjist İsmail Sıdal
*Y.Müh. Yavuz Yücel.
Aracın yapımında, TCDD’nin Eskişehir’den başka Ankara, Sivas ve Adapazarı fabrikaları da rol alıyor..
4813_devrimoootomobili

Devrim Otomobili zamanının tasarım unsurlarını barındırırken, dönemin Japon Otomobilleri ve Doğu Avrupa otomobillerinden  iyi olduğu Muhittin Şimşek tarafından yazılan “Cumhuriyet Dönemi Endüstrileşme Maceramız Yarım Kalan Devrim Rüyası” adlı kitapta vurgulanmaktadır. Batı kafasıyla otomobil yaptınız ama, doğu kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz’’ sözü kadar Devrim Otomobili’ni anlatan “‘’Devrim Arabaları’’” adlı sinemada geçen, “Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz”” sözü de düşündürücüdür..
Devrim’in imali sırasında ayarlı direksiyon kullanılması gündeme gelir. Bu öneri kabul görmezken, kısa bir süre sonra bu uygulama Amerika’’nın lüks otomobil markası “Cadillac” tarafından yeni bir uygulama olarak sunuluyor. Aslında Devrim Otomobili hakkında söylenecek, tartışılacak çok şey var. Ancak en önemli konulardan biri; 1961 yılında imal edilen bir otomobil için hayati öneme sahip kilometre saati dahil bir çok göstergenin, Türkçe olarak yer almasıdır. Günümüzde bir çok araçta göstergelerin Türkçe olduğunu göremezsiniz!
Bazı kaynaklara göre de, Devrim Otomobili’’nin fikir aşamasında, ağır sanayi özellikle motor imali konusunda çabaları olan Necmettin Erbakan’ın da etkisi olduğudur..
Devrim Otomobili, bazı çevrelerce kabul görmemesine rağmen, gerek devlet kayıtları, gerekse tamamen yerli tasarım ve imkanlarla çalışılarak, hakikaten devrim yaptı.
Zira ülke insanı, tüm olumsuzluklara rağmen iyi şeyler yapabiliyor. Ancak devamını getiremiyor. Günümüzde yerli otomobil tartışmaları ve çabaları sürüyor. Devrim Otomobili’nin isim hakları da Ankara’da yerli otomobil konusunda çalışma içinde olan bir firma tarafından alınmış durumda.
Devrim Otomobili ise zamana inat, halen çalışır durumda Eskişehir’de sergileniyor.
Çoğu kaynakta 4 adet üretildiği yazılan otomobilin; ancak bir tanesi günümüze kalmış durumda. Diğerleri nasıl ortadan kaybolduğuna dair, bir iz, bir kanıt maalesef yok. Aslında Devrim’in bir ikincisi daha var. O da, Devrim Arabaları filmi için, birebir aynısı imal edilen, başrol oynayan Devrim!
Devrim’in teknik özellikleri;
*4 silindirli, 4 zamanlı, 2070 cm3 hacminde benzinli motor,
*Silindir çapı 81 mm
*3600 devri/dakika azami motor devri,
*Azami hız 135 km/saat,
*Uzunluk 4500 mm, genişlik 1800 mm, yükseklik 1550, ağırlık 1250 kg.
Unutmadan, Devrim otomobili; Otomobil Distribütörleri Derneği’nin her yıl geleneksel hale gelen ODD Gladyatörleri Satış ve İletişim Ödülleri gecesinde sergilenmektedir.

Geçmişten Günümüze " Sakız"


                    
4850_sakiz_recinesiSakız, her yaştan insan için en favori meşgalelerden biri olmuştur. Tarihin en eski şekerlerinden biri olan sakız, tüm dünyada her yıl yaklaşık 4 milyar adet satılmaktadır. Sakızın kim tarafından ve ne zaman icat edildiğini merak edenler, sakızın 2000 yıldan fazladır var olduğunu duyunca şaşırabilirler. Öyleyse sizi daha fazla merakta bırakmadan sakızın nasıl bulunduğunu açıklayalım!
ABD, Kaliforniya’da Susan Montgomery Williams isimli bir kişinin 1994 yılında, 23 inçlik çapı ile dünyanın en büyük sakız balonunu yaparak dünya rekoru kırdığını biliyor muydunuz?
Tarih Öncesi
Arkeologlar ve tarihçiler, erkekler ve kadınların ağaç reçinesini topaklar biçiminde bin yıldan fazladır sakız olarak çiğnediklerini keşfetmiştir. Ağaç reçinesinin bazı tıbbi özellikleri olduğuna inanıyorlardı ve onu çiğneyerek, dişlerini ovarak ağız temizliği yapıyorlardı. Bu reçineyi ağız içinin ferahlaması ve tazelenmesi için kullanıyorlardı. Amerikan Kızılderilileri ladin ağaçlarından dışarı çıkan sıvıdan yapılan bir tür reçine çiğnerlerdi. Bu ticari olarak satılan ilk sakızın üretiminin temelini oluşturmuştur.
1840-1890
4850_walter_diemer

Bu buluşun arkasındaki adam John B. Curtis’ tir. 1848 yılında, ladin ağacı reçinesi üzerinde denemeler yaparak yapışkan, lastik gibi bir malzeme elde etmiştir. Bu çiğnenebilir bir malzemeydi ve sakızın önündeki ticari yolun açılmasına sebep olmuştur. İki yıl süren ladin ağacı reçinesi ile yaptığı başarılı deneylerden sonra, onun ilk büyük sakız üretim tesisi başlamış oldu. Daha sonra sakıza aroma ekledi ve daha yumuşak ve ekstra lastik havası vermek için içine parafin ekledi. Sakız üretim tesisine “Curtis Sakız Fabrikası” ismi verildi.
Sakızın bugünkü modern özelliklere sahip olması için 10 yıl kadar bir süre geçti. Bu özellik chicle olarak bilinen Mezoamerikan ağaçlardan çıkan bir çeşit lateksin kullanılmak üzere Meksika’dan ihraç edilmesiyle kazanıldı. Tam olarak tamamlanmamış olsa da, Fleer kardeşlere hizmet etti. Tatlı materyaller üretme deneyleri yapan bu kardeşler daha sonra yaptıkları buluşa çiklet adini verdiler.
1890-1950
4850_iklet
Chicago merkezli “William Wrigley” isimli şirket sakız üretim işindeki en büyük oyuncularından biri oldu ve hala da en büyük şirketlerden biri olan bu kurum halk arasında “Wrigley” olarak bilinir. 1892 yılında William Wrigley tarafından kuruldu. Wrigley sakızları İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan askerlerinin streslerini rahatlatmak için bir araç olarak, onlara sakız bağışlanmasından sonra özellikle popüler oldu.
Çikletin ortaya çıkışı yirminci yüzyılın başlarındadır, 1906 yılında Frank Fleer ilk çikleti icat etmiştir. Ancak, üretimindeki bazı kusurları nedeniyle hiç satılmamıştır. Fleer’ in tarifini mükemmelleştiren adam Walter Diemer oldu. 1928 yılında nispeten daha az yapışkan ve diğer sakız türlerine göre daha esnek bir sakız üretmek için bir yöntem keşfetti. Günümüz çikletlerinin temelini attı.
Günümüz
Bugünlerde sıradan sakızlardan, bin bir çeşit aromalı çikletlere ve tıbbi amaçla kullanılan sakızlara kadar değişen çeşitli sakız türleri vardır. Bu tıbbi sakızlarda kullanılan malzemeler aynı zamanda ağız hijyeni için de iyidir. Bazı üreticiler ise hazımsızlık ve mide ekşimesi için rahatlama vaat eden pepsin maddesini sakızlara eklemeye başladı. Şu anda sürekli yenilikler ve benzersiz teklifler aracılığıyla birbirleriyle rekabet eden yüzden fazla sakız üretim şirketi bulunmaktadır. Londra merkezli piyasa istihbarat firması Euromonitor International Ltd’ye göre, 2006 yılında sakız sektöründeki satışların 19 milyar doları değerinde olduğu tahmin edilmiştir.
Son yıllarda sakız çiğnemekle ilgili insanların moralini bozan bazı dedikodular ortaya çıkmaya başlamıştır. Sakız çiğnerseniz kansere yakalanacağınız, yüz kaslarınızın bozulacağı, bağırsaklarınızın birbirine yapışacağı gibi bazı kötü dedikodular ortaya atılmıştır. Ancak yukarıdaki rakamların gösterdiği üzere bu dedikodular sakız sektörünü hiç etkilememiştir ve insanlar hala sakız çiğnemenin keyfini çıkarmaktadır.

Kağıt Üretimi Nasıl Yapılmaktadır ?


                    
k2Birçok kişi, benim gibi, kağıt üretiminin nasıl yapıldığını merak etmiştir. Bu konuda yaptığım araştırmayı sizinle paylaşmak istedim. Günümüzde kağıt, yazı yazmak başta olmak üzere, süs eşyalarının yapımı, ev duvarlarının süslenmesi, çeşitli ürünlerin paketlenmesi gibi birçok alanda kullanılmaktadır.
Kağıt üretiminde önce, ilk yazılar, taşlar üzerine yazılmıştır. Daha sonra ağaç kabukları, yapraklar ve fildişi üzerine yazıldı. Bunların haricinde, yazı yazmak için, farklı toplumlar farklı araçlar kullandı. Örneğin Romalılar, kurutulmuş hayvan derileri (deriler kıllardan arındırılarak işlenirdi), mum kaplanmış tahta parçaları kullanırdı, Babilliler ise kil tuğlalar kullanmıştır. İlk olarak kağıt M.Ö. 2500-2000 yılları arasında, Nil nehri kıyılarında büyüyen uzun saz ağaçlarından yapılmıştır. Buna papirüs adı verilmiştir. Papirüs yapımında, sazların yan yana dizilmesiyle oluşan tabakalar, birbirinin üstüne yerleştirilir ve preslenip kurutulurdu. Papirüs ile kağıt arasındaki temel fark, kağıdı oluşturan maddelerin, lif yapısına indirgenip yeniden düzenlenmesidir. Günümüzde kullanılan kağıtla yakın özellikte olan, bitki, liflerinden yararlanılarak yapılan kağıt üretimi, MS 105 yılında Çinde yaşayan bir memur olan Ts’ai Lun tarafından icat edilmiştir. Bu dönemde eski balık ağlarını, paçavraları, bitki artıklarının, büyük miktarda su içine kaynatılıp, karıştırılmasıyla elde edilen kağıt hamuru kurutulup presten geçirilerek kağıt elde edilirdi. Avrupa’da ise bu yöntemleri kullanarak kağıt üretimi 1151 yılında İspanya’da yapılmıştır. Özellikle matbaanın icat edilmesinden daha hızlı kağıt üretim gereksinimi arttı. 18. Yüzyılda yaban arılarının kendilerine yaptıkları kağıt kovanı incelenerek günümüzde kullanılan kağıt üretim teknolojisi geliştirilmeye başlanmıştır. 1798 yılında ilk kağıt fabrikası yapılmıştır. Bu makine, büyük kayışın fıçı içindeki kağıt hamurunu kullanarak ince kağıda dönüştürdüğü basit bir makineymiş. Bunun ardından 1908 yılında silindirli makine üretilmiştir.
k
Ülkemizde ilk kağıt üretimi XV.yy’ da Kağıthane’de; ikincisi XVIII.yy’ da Beykoz’ da üçüncüsü de XIV.yy’ da Yalova’ da başlamıştır. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kağıt fabrikalarının sayıları hızla artmıştır. Cumhuriyet devrinde kâğıt mühendisi olan Mehmet Ali Kâğıtçı tarafından hazırlanan etüt ve projeye göre ilk kâğıt ve karton fabrikasının temeli, 1934 yılında İzmit’te atıldı ve ilk Türk kâğıdı 18 Nisan 1938 yılında yapıldı. 1955 yılında Seka İşletmeleri adını almıştır. Daha sonra Seka tesislerine, Çaycuma selüloz, Aksu (Giresun), Dalaman (Muğla), Balıkesir, Afyon, Antalya ile İzmir’in Çiğli kâğıt fabrikası da eklendi.
2009 yılı verileri doğrultusunda, dünyadaki kağıt ve karton üretimi yaklaşık olarak 370,7 milyon ton civarındadır. Günümüzde modern kağıt hamuru ve kağıt endüstrisinde küresel olarak Çin ve hemen ardından ABD en büyük üreticilerdir. Çin dünya kağıt ve karton üretiminin %24’ünü yapmaktadır. Türkiye ise yıllık 2,5 milyon ton kağıt ve karton üretimiyle 25. sırada bulunmaktadır. 19. yüzyılın sonunda ladin, köknar gibi ibreli ağaç odunları ve daha sonraları geniş yapraklı ağaçların odunları kağıt yapımında kullanılmaya başlanmıştır. Kağıt yapımında kullanılacak odun ne mobilya yapımında kullanılan gibi çok kaliteli, ne de yakacak olarak kullanılan gibi çok kalitesiz olmalıdır. Günümüzde buğday, arpa, çavdar, pirinç gibi tahılların saplarından ve pamuktan elde edilen lifsel maddeler de yoğun olarak kaliteli beyaz hamur üretiminde kullanılmaktadır. Her nekadar liflerin elde edilmesinde ağaçlar ana kaynak ise de kâğıtların arasındaki kalite farkını kullanılan lifin türü, lapanın hazırlanışı, içine katılan malzemeler, kimyasal veya mekanik usuller tayin eder.
Sentetik ve hayvansal liflerin de bu alanda kullanılması düşünülmüş, ama söz konusu maddelerin, pahalı olmaları nedeniyle, geniş çaplı uygulamalara elverişli olmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle kağıt yapımında, aşağı yukarı yalnızca bitki liflerinden (selüloz) yararlanılmaktadır. Çeşitli boy ve biçimde olabilen bu lifler, iki yanı kapalı içi boş borucuklara benzer.
Kağıt Hamuru Üretimi:
k3
Mekanik ve kimyasal (pişirme) olmak üzere başlıca iki yöntem kağıt hamuru üretiminde kullanılmaktadır. Mekanik yöntem ile üretilen kağıt hamurundan daha düşük kalitede (gazete kağıdı gibi) kağıt üretilmektedir. Mekanik hamur hazırlama yönteminde daha çok yaprağını dökmeyen ağaçlar kullanılır. Bunun için ağaçlar kesilerek kütük haline getirilir ve ardından kütüklerin kabukları soyulur. Kütükler bir öğütücüde ufalanarak küçük parçalara ayrılır. Parçalama işleme su ile yıkanarak yapılmaktadır. Öğütücüye verilen su miktarı azalırsa sıcaklık artar ve daha büyük parçalar elde edilir. Parçalar ne kadar ufak olursa, o kadar iyi sonuç alınmaktadır. Odun parçaları (lif) ve sudan oluşan karışıma kağıt hamuru denilmektedir. Bu karışım birçok kez elekten geçirilerek, büyük parçaların küçültülmesi için yeniden işleme sokulur. Ardından, hamurdaki fazla su, değiştirici veya yalın makine ile hamurdan alınır.
Kimyasal (pişirme) yöntemde de, mekanik yöntemde olduğu gibi çok küçük parçalara ayrılır. Kimyasal yöntemi diğerinden ayıran özellik istenmeyen maddelerin ayırılmasında su yerine kimyasal madde kullanılmasıdır. Bu şekilde daha yüksek miktarda istenmeyen madde hamurdan uzaklaştırıldığı için daha kaliteli kağıt elde edilmektedir. Kimyasal yönteminde, asit şerbeti yöntemi ve alkali şerbeti yöntemi olmak üzere iki farklı yöntem kullanılmaktadır. Kimyasal yöntemle pişirme işlemi uygulandıktan sonra, hamur içindeki yabancı maddelerin uzaklaştırılması amacıyla yıkama işlemi yapılır. Yabancı maddeleri uzaklaştırmak için, hem düz tablalı, hem de yuvarlak tablalı elekler kullanılır. Günümüzde merkezkaç ve girdaplı temizleyiciler, eleklerin yerini almaktadır. Girdaplı temizleyicide hamur, hızla döndürülüp üst kenardan dışarı alınırken, daha ağır olan yabancı maddeler dibe çökerler. Çok kullanılan bir merkezkaç makina da, döner vakum filtredir. Söz konusu makine bir fıçı içinde dönen bir tek tamburdan oluşur. Emme sonucu bir tabaka hamur, tamburun üstüne çıkar ve şerbet dışarı atılır. Hamur daha sonra, sıcak su fıskiyeleriyle yıkanır ve neşterle tamburdan kazınarak alınır. Hamurun yıkanmasından sonra hamurun türüne ve kullanım amacına göre ağartma yapılır. Ağartma, yalnızca bir ağartma şerbetinin eklenmesinden, çok aşamalı kimyasal işlemlerin uygulanmasına kadar değişen çeşitli yöntemlerle gerçekleştirilebilir.
Kimyasal pişirme yöntemi ile hazırlanan kağıt hamurlarına dövme işlemi uygulanır. Mekanik yöntem ile elde edilen hamurlar üretim sırasında zaten slayterlerde veya diskli rafinörlerde dövmeye benzer bir etkiye uğradıklarından, bu yöntemle elde edilen hamurlara dövme işlemi uygulanmamaktadır. Dövme ile liflerin özel yüzeyi 4-6 kat artar, lifler incelir ve esneklik kazanır böylelikle kağıt yapmaya daha uygun hale gelir. Bu şekilde bitkisel liflere istenen fiziksel özellikler verilerek istenilen özellikte kağıt elde edilmesi sağlanmaktadır. Dövme sırasında hamura, çeşitli boya ve dolgu maddeleri katılabilir. Dolgu maddeleri, kağıdın opaklık, yumuşaklık, beyazlık, renklilik, yüzey düzgünlüğü, mürekkep emme yeteneği gibi özelliklerini iyileştirmek amacıyla eklenir. Bunlar aynı zamanda kağıdı, boyutları açısından dengeli hale getirmeye ve iyi bir son görünüş verilmesine de yarar. Örneğin; kağıt hamurunu beyazlatmak amacıyla çoğunlukla kil, titan iioksit ve tebeşir gibi beyaz maddeler kullanılmaktadır. Kağıdın suya karşı direncinin arttırılması, su tabanlı mürekkeplerin etkisiyle kağıdın yırtılmasını engellemek amacıyla kağıt hamuruna reçineler katılır. Bu şekilde su tabanlı mürekkeplerle yazı yazılabilir. Baskı mürekkepleri, petrol ya da alkol tabanlı olduğundan basım için kullanılan kağıtların reçinelenmesine gerek yoktur. Bununla birlikte üretilen kağıtların büyük kısmında reçinelenme yapılmaktadır. Kağıtlarda renklendirme amacıyla çeşitli renk pigmentleri ve boya maddeleri eklenmektedir. Dolgu maddeleri, dövme yerine makinanın giriş bölümünde de hamura karıştırılabilir.
k5

Kağıt Üretimi

Kağıt üretiminde en çok kullanılan makina, Fourdriniert’dir. Adını, 1803’te Hertfordshire’da bu makinayı ilk kez yapan iki kırtasiyeci kardeşten almıştır. Fourdrinier makinasında kağıda, keçe parçaları üstünde biçim verilir. Son işlemler elle yapılır. Modern makinalardaysa süreç, seyreltik hamurla başlar, kurutma ucundaki kağıt bobinlerde biter.
Hamur, tel ya da plastik ızgaradan oluşan sonsuz bant üstüne verilir. Hamur, ızgaraya verildiği ilk noktada yandan silkelenir. Bu hareket, lif ağının dizilişini düzenler. Izgaranın deliklerinden su akmaya başlar ve hamur, liflerin kapanmasıyla sık bir ağ haline gelir. Izgaranın altına yerleştirilmiş vakum kasalarıyla, kalan su emilir. Bu noktada, aynı zamanda, tel kaplı hafif bir merdane, hamur tabakasına üstten hafifçe bastırır. İstenirse, merdane üstündeki tele verilen özel biçimle, kağıda yapımcının filigranı da çıkarılabilir.
Kağıt, ızgaradan bir çift merdane (ya da son model makinalarda olduğu gibi, tek bir emici merdane) yardımıyla ayrılır. Bu noktaya kadar ayrılan su, lif ve kimyasal maddeler bakımından zengindir. Bunların büyük bir bölümü yeniden kullanılır. Keçe üstüne alınan kağıt, merdaneler arasında sıkılır.
Kağıttaki su içeriği artık % 65’e kadar düşmüştür. Kağıt, makinanın kuru yanına geçer ve buharla ısıtılmış bir dizi demir merdaneyle, nem oranı yaklaşık %34’e indirilir. Bu aşamada kağıt, perdahlama merdanelerine aktarılır. Pürüzsüz demirden yapılmış olan perdahlama merdaneleri, kağıt yüzeyini parlatır. Son işlem, kağıdın nem içeriğinin ayarlanması ve statik elektriğinin azaltılmasıdır. Bundan sonra kağıt, büyük bobinlere sarılır.
Bobin halinde kullanılacak kağıt boyuna kesilir. Ötekiler, genellikle formalar halinde hazırlanır. Daha düzgün ve temiz kenarlı olması için bazı kağıtlar, ayarlı giyotine gönderilir. Tabaka haline getirilmiş kağıtlar denetimden geçirilir. Bozuk ya da yırtık olanların ayrılmasından sonra, sayılarak paketlenir.

Kimyasal Silah


                    
kim


Kimyasal silah; laboratuvarlarda kimyagerlerce üretilen, son derece zararlı ve öldürücü maddelerdir. Askeri amaçlarla kullanılırlar. Amaç düşmanı yok etmek ya da etkisiz hale getirmektir. Caydırıcı amaçla da üretilir.
Kimyasal silah kullanımı Lahey Konferansları ile yasaklanmış olmasına rağmen, ilk olarak birinci dünya savaşında kullanılmıştır.1915-1918 yılları arasında Almanlar tarafından geliştirilen zehirli gazlar, kısa bir süre sonra itilaf devletlerince de yapılıp kullanılmaya başlanmıştır. 1915 yılında Almanlar ilk kez, Polonya da Ruslara karşı klor gazı kullanmışlardır. Bunun üzerine itilaf devletleri de klor gazı ve koruyucu maske üretmişlerdir. Almanlar daha sonra karbonmonoksit ve klor gazının karışımından oluşan “fosgen” adlı öldürücü gazı geliştirmişlerdir. 1917 de Almanlar son derece zehirli bir gaz olan hardal gazını, İngilizlere karşı kullanmışlar ve binlerce insanın ölümüne neden olmuşlardır.
1925 te Cenevre protokolüyle daha kapsamlı yasaklar getirilmiştir. zehirli gazların başlıca etkileri şunlardır.
Sinir zehirleri: Solunum yada deri yoluyla vücuda geçerler.kas hareketlerini düzenleyen kolin esterazin faaliyetini durduklarından bunlarla zehirlenen kimsede burun akması ,göğüs sıkışması ,göz bebeklerinin büyümesi olayı görülür. bu gazlar tabun,sarin,soman ,vx , metilfosfafonotioik asit tir.
Hareketten alı koyanlar: Kusturucu ve göz yaşı getirici olan bu gazlar genelilkle kargaşalıkların yatıştırılması için kullanılır.
Boğucular: Bu gazlar solunum yollarında ani tahrişe yol açarlar.
Kan zehirleri: solunum yoluyla emilir.bir kan enzimi olan sitokrom oksidazın faaliyetini önlerler.Bunlar siyonejen klorür ve hidrojen siyanür
Kabarcık yapıcılar: ilk etkileri gözün etrafında kızarlık ve kabarcıklarla ortaya çıkar. kan hücrelerini etkilerler.
Yakıcı kimyasallar : sülfür mustard , azotlu mustard , lewisit , nitrojen mustrad (Hn – hardal gazları) , fosgen oksim (CX)
Akciğer tahriki yapan gazlar: Fosgen , difosgen , klorpikrin , klorin
Sistemik zehirler: Hidrojen siyanür,hidrojen sülfür
Ülkeler bazı güçleri tehdit gördüklerinden bu silahları üretmiştir. Tabi ki bunlarında kısıtlı üretilmesi ve toplu katliyamlarda kullanılmaması gerekir. Yurtta sulh dünyada sulh esas alınmalıdır.

Tarihin Akışını Değiştiren Silahlar

 


                  
5205_war-cannon-pictures-history-civil-war-weapons

Medeniyetimiz, geçirdiği binlerce yıllık tarihsel serüveni içerisinde, bugünkü başarısına ve konumuna ne yazık ki mutlak bir refah ve barış içerisinde değil, bu çalışmamızda incelediğimiz üzere sonuçları hayal edilenden daha kanlı ve acımasız olan, savaşmaya ve yok etmeye dayanan rekabetinin eseri olarak ulaşmıştır.
Uygarlık tarihi boyunca saldırı veya savunma amaçlı olarak kullanılan silahlar ve bunlara bağlı diğer icatlar, geliştikçe ve kullanıldıkça, aslında sadece savaşları ve sonuçlarını değiştirmiyor. İnsanlığın ortak malı ve meyvesi olan medeniyetleri, bilgi ve kültür mirasını, örf ve adetleri de kökten değiştirebiliyor. Bilim ve teknolojide gerçekleştirilen her yenilik ve buluşun maalesef silahların gölgesinde kaldığı acı bir gerçek. Bu yüzden silahlar aslında sadece savaşları, savaş yöntemlerini değil; sadece tarihi de değil, insanların birbirine olan bakışını da değiştiriyor. Daha fazla öldürme özelliği silahlar için, en belirleyici kriter olarak algılanıyor. Bunların sonucu olarak da insanlık ölmeme uğruna daha fazla öldürme vahşetine hemen her dönemde şahit oluyor.
5205_vietnam_war_chinese_military_radio
Günümüzden milyonlara yıl önce ilk insanlar, kendilerini vahşi hayvanlardan korunmak ve karınlarını doyurmak için taştan yapılmış mızrak, ok uçları taş uçlu mızraklar kullanarak diğer canlılardan farklı olduğunu kanıtlamıştır. Daha sonraları ucuna yağ batırılmış paçavraları yakarak, okları uzaktaki düşmana atmak ateşli silahların atası olmuştur. İnsanoğluna bu yeterli gelmeyince daha büyük zayiatlar verdirecek silahları aramaya, yapmaya başlamıştır.
Makalemizde, tarihsel seyri değiştiren silahların belirlenmesinde bunların ortaya çıkışlarıyla meydana getirdikleri siyasi, sosyal, kültürel ve tarihi etkiler dikkate alınmıştır..Nitekim bunlar kadar hatta daha önemli ve işlevsel onlarca müstakil silah ve icatlardan bahsedilebilir ancak bu silahların makalemizde ele aldığımız silahların antisi yani geliştirilen bu silahların değişik alanlardaki- seviyelerdeki versiyonları oldukları görülür. Tarihin akışını değiştiren silahları incelerken popülerlik ve güncellik ölçütü dikkate alınarak günümüzden geçmişe doğru bir sıralamayla ele alınmışlardır.
İnsansız Hava Araçları Ve Robotik Silahlar
Uçak bir savaş aracı olarak ilk defa İtalyanlar tarafından, Trablusgarp’taki Osmanlı kuvvetlerine karşı kullanılınca, büyük bir hezimet yaşayan Osmanlı subayları bu silahı ‘Büyük bir namertlik’ olarak görmüşlerdi.Bugün gelinen noktada asıl namertlik olarak tabir edilen durumun gerçekte tartışmasız şekilde İHA teknolojisiyle profesyonelleştiği ortaya çıkar. İHA teknolojisi ve ona paralel ilerleyen diğer robotik teknolojilerin gelişimi, medeniyetin ilerleyişi bakımından gerek askeri gerekse de sivil amaçlı birçok alanda devrimsel yenilikler sunmaktadır. Konunun uzmanları, yakın gelecekte kahramanlığa dayalı insan faktörünün ve klasik savaş manzaralarının sadece tarih kitaplarında kalacağını, bunların yerini robotların savaştığı ve kan yerine metal yığınlarının doldurduğu manzaralara bırakacağını belirtmekteler.

5205_matchlockmusketeerplatej

Robotik hava araçları, radyo kontrol ve atalet güdüm sistemleri ile ilk olarak I. Dünya Savaşında hedef uçakları olarak uçaksavar eğitim atışlarında kullanılmışlardır. II. Dünya Savaşı döneminde ise, taarruz uçağı rolleri verilmekle birlikte, o dönemdeki çalışmalar İHA’lardan çok güdümlü füze teknolojisinin geliştirilmesine odaklanmıştır. 1950’li yılların sonrasında ise TV güdüm teknolojisi ile İHA Sistemleri’nin daha çok havadan keşif yapmak amacıyla kullanıldığı, Vietnam savaşında çok sayıda İHA’nın bu amaçla görev icra ettiği bilinmektedir. ABD dışında 1960’larda Rusya, Avrupa Ülkelerinde, 1980’lerde özellikle İsrail’de önemli girişimler başlamıştır.
Silahlı casus uçaklar da dahil olmak üzere, yeni bir askeri robot kuşağının geliştirilmesi, savaş alanında en büyük devrimlerden birini oluşturabilir. Tarih boyunca ulusların giderek daha ölümcül savaş yöntemleri geliştirme mücadelesi vermesi sonucunda, sürekli yeni bir silah tekniği geliştirildi. Ancak, yeni ortaya çıkan teknolojilerin çoğu, sadece yüksek ateş gücü vaat etmiyor, aynı zamanda savaşta asker sayısının da azaltılmasını sağlıyor. Afganistan ve Pakistan’da insansız uçakların giderek daha fazla sayıda kullanılması, birçok politikacı ve Pentagon’daki planlamacı arasında, ABD’nin büyük ölçüde casus uçaklara bel bağlayarak etkin askeri operasyonlar yürütebileceğine dair görüşü güçlendirdi
5205_2076301

Uydu haberleşme teknolojisi, sensör teknolojileri, bilgisayar işlemci teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte özellikle 1990’lı yılların sonuna doğru artık ağır sanayi ürünlerinin yerini bilgi teknolojileri içeren akıllı sistemler almaya başlamıştır. Bu son dönem içerisinde platform merkezli savaştan, Ağ Merkezli Savaşa doğru yaşanan süreçte insansız hava araçları en önemli sistemler haline gelmişlerdir.
Tehlikeli, yüksek risk arz eden, insan fizyolojisinin dayanamayacağı kadar uzun süren hava harekatında İnsansız Hava Araçlarının (İHA) rolü öne çıkmaktadır. Şekil, büyüklük ve fonksiyonlarına göre avuç içi kadar olan boyuttan tonlarca kalkış ağırlığına sahip muhtelif tipte İHA’lar bulunmaktadır. Temel olarak askeri ve fakat sivil amaçlı kullanım alanlarını iki ana başlık altında ele alınan günümüzün İHA Sistemlerinden öncelikli olarak geçmişte olduğu gibi askeri maksatlı olarak yararlanılmaktadır.
Taaruz, İç Güvenlik, Hava Savunma, Sinyal İstihbaratı, Hedef Uçak, Elektronik Harp, özel görevler vb. faaliyetlerin yanı sıra, en yoğun şekliyle keşif gözlem amacına yönelik olarak uzaktan algılama araçları olarak kullanılmaktadırlar. Bu faaliyetler esnasında hava araçlarına entegre edilen elektromanyetik spektrum içerisinde yer alan gündüz, kızılötesi (infrared), yakın kızılötesi (near infrared) kamera sistemleri, yapay açıklıklı radar sistemleri, havadaki mikroorganizmaları tespit eden biyolojik sensörler, hava bileşenlerini lazer spektroskopi yöntemi ile belirleyebilen kimyasal sensörler kullanılmaktadır. ABD’li üretici firmalar bu alanda %60’lık piyasa payı ile en önde yer alırken, İsrail ve %4 gibi düşük bir pay ile Avrupa ülkeleri asıl oyuncular olarak öne çıkmaktadırlar.
2005 yılı içerisinde Afganistan ve Irak’ta taktik, İHA sistemleri ile 100,000 saat üzerinde uçuş gerçekleştirilmekle birlikte, bu süre her yıl 3’’e katlanarak devam etmektedir. Askeri alanda bu kadar yaygın kullanılan İHA Sistemleri’’nin, sivil amaçlı kullanımında da son yıllarda önemli gelişmeler olmaktadır. Bu amaçlar emniyet-asayiş, sınır güvenliği, meteorolojik araştırmalar, haberleşme sistemlerine alt yapı sağlamak, orman yangınları ve kaçakçılık ile mücadele, çevre kirliliğinin tespiti, ekim ve hasat gözlemleri, balıkçılık, 3 Boyutlu Haritalama, Boru Hatlarının Güvenliği vb. yer almaktadır.
5205_atom-bombasi

Atom Bombası


Yakın tarihimizin şüphesiz en sansasyonel ve yıkıcı silahı, atom bombası olmuştur. Diğer silahların bütün olağan öldürücü etkilerine karşılık atom bombası sadece kullanılan ülkeye karşı değil insanlık medeniyetinin geneline yönelik bir tehdit ve yıkım taşımaktadır. Diğer ölümcül silahların bıraktığı etkiler bir iki yıl içerisinde ortadan kalkarken atom bombasının bıraktığı etkiler onlarca yıl devam ederek adeta zehir saçan devasa bir fırtına gibi insanlığı yok etmektedir.
NATO ve SSCB’’nin birbirlerine yönelik stratejik güç ve avantaj elde etmeye yönelik hırslarının ürünü olan atom bombası savaşların hedef kitlesini değiştirerek sivilleri de savaşın muhatabı haline getirmiştir.II. Dünya Savaşı’nda, Japonya’ya atılan atom bombaları insanlık tarihine kara bir leke olarak düşmüş, insanoğlunun yıkıcı ve vahşi yönlerini bir kez daha ortaya koymuştur.
Atom bombasının ortaya çıkardığı trajik etkiler büyük devletleri ve devlet adamlarını harekete geçirmiş, tıpkı kimyasal ve biyolojik silahlar gibi bunların da kullanımlarının ve depolanmasının sınırlandırılmasına yönelik uluslar arası düzenlemeler yapılmıştır.
Teknik olarak bakıldığında atom bombası, patlamanın kontrolsüz çekirdek tepkimesi yoluyla sağlandığı bir bomba modelidir. Çekirdek tepkimesi zincirleme ve çok hızlı gerçekleştiğinden ortaya devasa boyutta bir enerji açığa çıkar ve bu da patlama ile beraberinde şok dalgası ortaya çıkarır.
1945 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin attığı bombalar Japonya’ya çok zarar vermiştir. Termonükleer bombanın bulunmasından sonra atom bombası taktik silahı olmuştur. Nükleer silahların üretimine başlanmasına neden olmuştur. İlk olarak Nazi Almanya’sına atılması planlanan bomba savaşta Almanya yenilince Japonya’ya atılmıştır.

5205_ucak1930sairplane

Uçak :

İnsanlığın hayal ve arzularını yazıya dökebildiği binlerce yıldan bu yanadır ifade ettiği ve hayallerini büyüleyen en büyük dileği :Uçmak
Uçağın icadıyla insanoğlunun binlerce yıllık rüyası gerçekleşmiş uçak sayesinde insanlık kendisini yere bağlayan fiziki zincirlerinden kurtulmuştur.Uçağın icadı kuşlara imrenerek bakan insanın Hezarfen Ahmet Çelebi’yle her şeyi göze alabilme cesaretinin gökyüzüne kavuşma arzusunun meyvesi olmuştur.Uçakla birlikte artık mesafeler ve doğal engeller orduları sınırlandıran engeller olmaktan çıkmış, eskinin piyade üstünlüğü yerini bu yeni hava araçlarına bırakmıştır.
Makalemizin esas konusu olan savaş ve silahlar bakımından masaya yatırılıdığında dünya tarihinde ilk savaş uçağı 1911 yılında Trablusgarp Savaşında İtalyanlar tarafından Osmanlı Devletine karşı kullanıldı.
Wright kardeşlerden Orville Wright tarafından 1903 yılının sonlarında gerçekleştirilen 12 saniyelik ilk motorlu uçuştan sonra, havacılık hızlı bir gelişme içerisine girmişti.1910’lu yıllara gelindiğinde Avrupa ülkelerinin bir çoğu uçağı harp sahasında kullanmak üzere hava gücü oluşturma çabasına girmişlerdi.
Tarihte ilk kez savaş uçağı İtalyanlar tarafından Osmanlı Devletine karşı Trablusgarp Savaşında kullanıldı. İlk hava keşfi, ilk hava fotoğrafı, ilk havadan topçu ateşi yönlendirmesi, ilk hava bombardımanı bu savaş sırasında yaşandı. Tabi ki bu arada uçağa yerden ateş açan ilk millet ve ilk havacıyı vuran millet de Türkler olarak kayda geçti. Fakat savaş uçaklarının bu ilk denemesi özellikle İtalyan komutan tarafından yeterli görülmedi. İtalya’’nın 1911 Eylülünde Trablusgarp’a saldırması dünya harp tarihinde birçok ilklerin de yaşanmasına neden oldu. Bu saldırı sırasında İtalyanlar yanlarında 28 uçak ve 4 balondan oluşan bir hava gücü getirdiler.Osmanlı komuta kademesinin çaresizlik içinde hezimete uğradığı bu saldırıda yaşanılanları anlamlandırmaları epey uzun sürmüş tıpkı yüzyıllar önce İslam ordularının İspanyollara karşı top kullandığında İspanyolların yaşadığı şokta olduğu gibi durum uzun bir müddet insanüstü güçlerin varlığına yorumlanmıştır.
İlk uçaktan bu yana hava araçları radikal değişimler geçirmiş ilk ortaya çıkarken yarattığı gibi bugün de her türlü savaşın esas belirleyeni olmaya devam etmektedir.
5205_vietnam_war_chinese_military_radioTelsiz
Telsiz, en basit ifadesiyle arada herhangi bir kablo bağı bulunmayan ve noktadan noktaya Radyo Dalgaları ile ses ve data sinyallerinin taşınması yöntemi ile yapılan haberleşme çeşididir.
İnsanların duman , kuş, davullar, atlı veya yaya ulaklarla haberleşmek zorunda olduğu zamanlardan günümüze iletişimi mesafe engeli olmaksızın el içine alınabilen küçük bir cihazla anlık bir işleme çevirmiştir.
İletişim, geçmişten günümüze savaş denilen ve ordularını en iyi koordine edebilen güçlerin öne geçtiği devasa ve kanlı bir oyunun en önemli parçası olmuştur. Büyük savaş dehalarının ve stratejistlerin hemfikir olduğu elzem husus: ‘Muhaberede iyi olan muharebede de iyi olacaktır’ ilkesidir.Yakın zamanda yaşanan ve geçmişte sonuçlarıyla tarihe geçmiş birçok büyük savaşta bu ilkenin geçerliliği doğrulanmıştır.
Son yüzyılın en ibretamiz savaşlarından biri olan ‘Yomkippur Savaşı’, iletişimsel üstünlük ve teknolojinin birleşmesiyle küçük ve az sayıda bir orduyla sayısı milyonları geçen devasa orduların nasıl mağlup edilebileceğini gösteren güzel bir örnektir. Arap birliğinin İsrail’e saldırdığı ve altı gün süren savaşta, Amerika Akdeniz’deki donanmasından jammer (ceymır) cihazlarıyla Arap ordularının iletişimini engellediğinden, Arap uçaklarının tamamı iş yapamaz duruma düşmüştü. İletişimi yok edilmiş olan Arap orduları İsrail’in karşısında iyi koordine edilmiş küçük İsrail birlikleri karşısında ağır bir yenilgiye uğramıştı. Haberleşmesi yok edilmiş bir ordu savaşı kaybetmeye mahkûmdur. Nitekim savaştan önce beş milyon askerden oluştuğu söylenen Irak ordusu çölde nereye gideceğini, nasıl bir düşmanla karşılaşacağını bilemeden dolandı durdu. Bu savaşın sunucu ağır Irak için bir hezimet olmuştur.
Bu kadar önemli ve insanları doğal engellerin esaretinden büyük oranda özgür kılan bu teknolojik atılımın öyküsüne gelince:
İtalyan bir mucit olan Guglielmo Marconi, kardeşiyle yaptığı birçok deneme ve çalışmadan sonra kablosuz iletişim konusunda büyük bir ilerleme kaydetti. İcat ettiği bu cihazı Kendi ülkesinde tanıtmaya ve tescil etmeye çalıştı, buluşunu İtalyan Posta ve Telgraf Bakanlığı’na önerdi. Ret cevabı alınca, yaptığı yeni aygıtla birlikte İngiltere’ye göç etti. O dönemde İngiltere, dünyanın en büyük denizcilik gücüne sahipti ve radyo dalgalarıyla haberleşmenin getireceği yararları en iyi değerlendirebilecek ülkeydi. 1896 yılının Şubat ayında geldiği İngiltere’de ilk düş kırıklığına uğradı. Hoyrat bir gümrük görevlisi, Guglielmo’nun vericisini bir casusluk aygıtı sanarak parçaladı, sahibine de “Pis İtalyan anarşisti” diyerek hakaret etti.
Marconi, yanında getirdiği annesi ile birlikte, Londra’da bir oda tuttu ve oraya yerleşti. 2 Haziran 1896 günü de, bulduğu bir metodun tescili ricasıyla Patent Bürosu’na başvurdu. Metodunu tanıtırken şöyle yazmıştı dilekçesine: “Bu yöntemle, elektriksel hareketler ya da bildiriler, havada, karada ya da denizde, yüksek frekanslı elektriksel devinimler aracılığıyla iletilebilirler,” Çok geçmeden kendisini Londra Postanesi’nin Başmühendisi Sir William Preece’nin karşısında buldu. Sir Preece, 21 yaşındaki bu İtalyan gencine ve onun buluşuna büyük bir ilgi göstermekle kalmadı, bilimsel çalışmalarını sürdürebilmesi için Marconi’ye her türlü desteği sağladı.
12 Aralık 1896 günü, Londra’da Toynbee Hall’de telsiz cihazının ilk tanıtımı yapıldı. Ertesi yılın Temmuz ayında, Marconi tarafından kurulan Wireless Telegraph and Signal Co. Ltd. adlı şirket, telsiz ve telsiz istasyonu ile radyo malzemeleri üretmek için faaliyete geçti. İlk sürekli telsiz istasyonu, Isle of Wight’ da, Ahım Körfezi’ndeki Needles Hotel’da 1897 yılının Kasım ayında kuruldu. Telsiz , savaşta o kadar önemli bir yer edinmiştir ki , kendisinden sonra yaygınlaşan tank ,uçak gibi araçların o zamana kadar en önemli sorunu olan merkezle iletişim kurma sorununu ortadan kaldırarak bu araçların tarihteki ve savaşlardaki haklı yerlerini almalarını sağladı.
Telsizin en yaygın kullanımı şüphesiz ki, tanklarda olmuştur. Erken dönemdeki tank manevralarında, zırhlı birliğin üyeleri arasındaki haberleşme el işaretleri ya da semafor ile sağlanmakta ve bazı durumlarda tank personeli tanktan inerek diğer tanka yürümekteydi. I. Dünya Savaşı’nda durum raporları, gözlem deliklerinden çıkarılarak karargâha gönderilen posta güvercinleri ile sağlanmaktaydı. İşaret fişekleri, duman, hareket ve silah atışı tecrübeli personel tarafından taktiklerini koordine etmek için kullanılıyordu. 1930’lardan 1950’lere kadar tüm ülkelerin orduları telsizle donatıldı, ancak telsiz trafiğini azaltmak için görünür işaretler hâlâ kullanılmaktadır. Modern bir tank, genellikle bölük ya da tabur telsiz ağına bağlı çalışan telsizlerle donatılmıştır. Aynı zamanda daha üst seviye ağları da dinleyip diğer hizmet sınıfları ile hareketler koordine edilmektedir. Bölük ve tabur komutanlarının tanklarında genellikle ek bir telsiz vardır.
Telsizin ya da genişletilerek söylenecek olursa, radyo dalgalarının askeri muharebede kullanımı tank ve uçak gibi savaşta belirleyici araçların etkili şekilde kullanılmalarını sağlamakla birlikte günümüz savaş teknolojilerindeki insansız araçların ve robotik silahların da geliştirilmesine büyük katkılar sunmuştur.
Tank
5205_modern_tanklar
Savaşların düzenli ordularca yapılmaya başlandığı ilk andan itibaren askerler savaş alanında heybeti ve hakimiyetiyle hem psikolojik hem de dinamik yıkım tesiri olacak araçlar kullanmaya çalışmışlardır.Savaş arabalarından kullanılan heybetli hayvanlara , tekerlekli atış kulelerinden zırh giydirilmiş iri cüsseli askerlere kadar sayısız araç kullanılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı başladığında makineli tüfeklerce korunan derin ve çok yönlü siperler Avrupa’daki savaşan devletler için adeta insan ve para yutan devasa bir girdap halini almıştır.Bu savaşın ilk yıllarında İngiliz, Fransız ve Almanların kaybı bir milyona yaklaşmaktaydı.Böylesine dehşetengiz sonuçlar karşısında ilk çalışmalar İngiltere’de başlamış ve modern anlamda ilk ‘tank’ ortaya çıkmıştır. İngilizler geliştirdikleri bu silaha ‘Motorlu Makineli Tüfek’ adını verdi. İlk tankın ortaya çıkışını müteakiben baş döndüren bir hızda tank versiyonları ortaya çıkmıştır. Bugün gelinen noktada tanklar elektronik ve çeşitli optik sistemlerle donatılarak mobil kaleler haline getirilmişlerdir
Teknik özellikleri ve gelişim serüveni açısından bakıldığında tank, ana görevi doğrudan ateş gücü kullanımıyla düşman kuvvetlerine saldırmak olan, paletli ve zırhlı bir savaş aracıdır. Tankı diğer savaş araçlarından ayıran özellikleri ağır bir zırha, yüksek ateş gücüne ve her türlü arazide hızlı gidecek şekilde tasarlanmış sürüş takımlarına sahip olmasıdır. Her ne kadar masraflı ve lojistik açıdan çaba gerektiren araçlar olsa da, yer hedeflerine saldırma yeteneği ve piyadelerin moralini çökertmesi nedeniyle modern orduların vazgeçilmez unsurlarındandır Tanklar ilk defa I. Dünya Savaşı’nda, siper harbi çıkmazını yok etmek için kullanılmış ve zamanla savaş alanında klasik süvari görevlerini üstlenmişlerdir.
Tank ismi, ilk kez İngiltere’de tank fabrikalarında kullanılmaya başlanmıştır. Bir savaş aracı yapıldığını saklayabilmek için işçilere İngiliz Ordusu için paletli su depoları üretildiği izlenimi verilmiştir. Bir başka rivayete göre, Winston Churchill’a İngiliz Ordusu’nda görevli Subay Ernest Swinton tarafından sunulan gizli raporda yeni motorize silahtan bahsedilmekte ve üç adet olası isim önerilmektedir. Bunlar “cistern” (sarnıç, su deposu), “motor-war car” (motorlu savaş aracı) ve tanktır. Ancak tank söylenmesi kolay olduğu için tercih edilmiştir. Ancak en zorlama senaryo Winston Churchill’un resmi biyografisinde geçmektedir. Bu yeni silahları saklamak için, çizimlerde ve projelerin üzerinde “Rusya’ya su taşıyıcı” (Water Carriers for Russia) diye yazılmıştır. Ancak yazarken kısaltma olarak “Rusya’ya WC” yazılabileceği düşünülmüş ve çizimlerde “Rusya’ya su tankları” olarak değiştirilmiştir. Bunun üzerine bu silahların adı tank kalmıştır
5205_sword_robotik_saldiri_araci

Batı Cephesi ‘ndeki savaş koşulları Birleşik Krallık Ordusu’nu, siperleri geçebilecek, dikenli telleri aşabilecek ve makineli tüfek ateşinden etkilenmeyecek kendinden tahrikli bir araç geliştirmek için araştırmaya itmiştir. 1914 yılında Kraliyet Deniz Hava Kuvvetleri tarafından bir Rolls-Royce zırhlı aracın kullanıldığını gören ve Binbaşı Ernest Swinton ‘ın paletli bir savaş aracı üretme fikrinden haberdar olan, zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı Winston Churchill bu yeni silahın geliştirilmesini izlemek için Landships Committee (Karagemileri Komitesi)’nin kurulmasına önayak oldu. Karagemileri Komitesi, Little Willie adı verilen ve Birleşik Krallık Ordusu tarafından 6 Eylül 1915 ‘te test edilen ilk başarılı tank prototipini ortaya çıkardı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından kara gemisi diye adlandırılsalar da, gizliliği sağlamak açısından ilk araçlar su depoları ya da kısaca “tank” olarak adlandırılmıştır[. İşçilere paletli su taşıyıcıları ürettikleri izlenimi vermek için kullanılan tank kelimesi 24 Aralık 1915 ‘te resmi olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Tankın İlk Kullanımı:
15 Eylül 1916 sabahı Almanlar, mevzilerini çevreleyen sıralar halindeki tel örgülerin ve ölüm kusan makineli tüfeklerin emniyeti altında ve aşılmaz zannettikleri mevzilerindebaskına uğramışlardı. Sabahın erken saatlerinde, hafif puslu bir havada, içi sudolu bir mermi çukurunda, uykusuzluktan ve yorgunluktan bitkin bir halde bulunan gözcü Fritch’i, bir hadise canlandırmıştı. Gözlerine inanamıyordu. Asap bozan madeni gürültüler ve yaklaştıkça büyüyen cisimlerin çukur, hendek, çamur, tel örgü dinlemeden ilerlemekte olduklarını hayret ve şaşkınlıkla seyrediyordu. Derhal telefonuna sarıldı, gördüklerini anlatmak istedi. Onunla alay ettiler. Nöbet yerini terk ederek gördüklerini şifahi olarak anlatmak istedi. Onu korkaklıkla itham ettiler. Çaresiz bu ejderhaları bekledi ve kısa bir süre sonra Fritch ve yüzlerce arkadaşı bu amansız silâhların paletleri altında can verdiler. Bu insanlar, çamur ve cesetler arasında ilerleyen, harp tarihindebüyük bir inkılap yaratan yeni bir harp vasıtasıyla; “TANK” ile tanışmışlardı.
İlk operasyonel tank olan Mark I, Kraliyet Donanması’ndan Yüzbaşı H.W. Mortimore tarafından 15 Eylül 1916’da Somme Çarpışması esnasında Delville Korusu’nda kullanılmıştır. Fransızlar Holt traktörlerinden geliştirdikleri Schneider CA1 tankını ilk defa 16 Nisan 1917’de kullanmışlardır. Tankların yoğun olarak kullanılıp başarılı oldukları ilk çarpışma 20 Kasım 1917 ‘deki Cambrai Çarpışması olmuştur. Daha sonraki Amiens Çarpışması’nda da tanklar, zırhlı destekleriyle Alman siperlerini yarıp geçme konusunda etkili olmuşlardır. Tank sayesinde siper savaşı demode olmuştur. Birleşik Krallık ve Fransız kuvvetleri tarafından savaş alanlarında kullanılan binlerce tank savaşın kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştur.
Tankların temel rolleri ve özelliklerinin tamamına yakını I. Dünya Savaşı sonunda geliştirilmiş olsa da, o zamanki tankların 21. yüzyıl kopyaları, performans seviyelerini on kat artırmıştır. Özellikle diğer tankların yarattığı sürekli değişen tehditlere ve gereksinimlere cevap verebilmek için büyük oranda düzeltmeye uğramışlardır. Tankların artan yeteneklerinin karşısında dengeyi sağlamak için diğer tanklar ve antitank silahlar sürekli geliştirilmiştir.
Bir tankın etkisini belirleyen üç geleneksel etmen vardır: Tankın ateş gücü, hareketliliği ve korunması. Bir tankın savaş meydanındaki heybetli varlığının düşman askeri üzerindeki psikolojik etkisine şok etmeni denir.
Ateş gücü, bir hedefi bozguna uğratma, yenme yeteneğidir. Bununla söylenmek istenen şudur: Bir tankın hedefe saldırabileceği maksimum uzaklık, hareket eden hedeflere saldırı yeteneği, birden çok hedefe arka arkaya saldırabilme hızı ve diğer zırhlı araçlar ile sipere girmiş piyadeyi yenebilme yeteneği. Hareketlilik ise şu noktaları içerir: Arazi üzerinde hız ve çeviklik, aşılabilen arazi çeşitliliği, geçilebilen engellerin, siperlerin ve suyun boyutları, küçük köprüleri geçme yeteneği, yakıt ikmali yapılmadan aşılabilen mesafe. Stratejik hareketlilik aynı zamanda yollarda yüksek hız ile seyredebilme yeteneği ve demiryolu ya da kamyon ile taşınabilme özelliğini de içermektedir. Olağanüstü güçlü bir silah olmasına ve kara savaş alanının tartışmasız kralı sayılmasına rağmen tanklar yenilmez değildirler. Aslında birçok antitank silahın geliştirilmesinin sebebi de tankın bu üstünlüğüdür. Genellikle daha az zırha sahip üst kısıma saldırabilen antitank helikopterlerinin geliştirilmesiyle birlikte tankların zamanının geçtiği de söylenmiştir. Bu iddia henüz doğrulanmamıştır ve değişik açık noktaları ortaya çıkarabilecek eşit güçler arasında tank ve helikopter savaşı olmamıştır.
Kendisine karşı özellikle kullanılan tanksavar silâhları ve diğer silâhlar karşısında beka yetenekleri açısından yıllardan beri tank lehine olan üstünlüğün bozulmak istenmesi yönünde sarf edilen her türlü gayrete rağmen bu üstünlük bozulmamış, hiçbir silâh tankın sahip olduğu yetenekleri ve onun silâh sistemleri içindeki ayrıcalığına tek başına sahip olamamıştır.

5205_gatling_makineli_tufegi

Makineli tüfek:

Tüfeğin icadından ve savaşlarda etkin bir şekilde kullanılmasından sonra, savaşlar farklı bir boyut kazanmış kılıç , mızrak ve oklarla yapılan savaşlar yerini çok daha etkili ve isabetli olan tüfeğe bırakmıştır.Ancak tüfeğin icadıyla birlikte tekrar önemli bir sorun ortaya çıkmıştır.En çok tüfekli adama, yani piyadeye sahip olan savaşlarda galip olmaya devam etmiş yanı sıra daha da kısa sürmesi beklenen savaşlar yer yer daha da uzamıştır, zira piyadenin mermileri tükense bile süngüleriyle göğüs göğse savaşı klasik muharebe tekniği olarak tıpkı kılıçla savaşılan zamanlardaki gibi savaşı zaman zaman içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur.Yine küçük birliklere karşı hücuma geçme şeklindeki saldırılar küçük birliklerin imhasına yol açmaya devam etmiştir.
İngilizler’in 2 Eylül 1898’de Omdurman Savaşı’nda kullandıkları dünyanın ilk makineli tüfeği bir Amerikan yahudisi olan Hiram Maxim’in icadıydı. İleri yaşlarında pekçok icadın patentini alan Maxim,1881 yılında Paris sergisini gezerken bir İngiliz’in ”Çok para kazanmak istiyorsan öyle birşey icad et ki;Avrupalılar birbirini daha kolay boğabilsin” tavsiyesi üzerine Londra’ya taşınarak, Hatton Garden’e yerleşmiş ve burada küçük bir fabrikada dakikada 666 atış yapabilen tek namlulu bir piyade tüfeği geliştirmiş,ayrıca tüfekte kullanılacak dumansız barutu da icad etmişti.Her merminin tepme gücü,kovanın otomatikman dışarı atılmasını ve yeni merminin yuvaya sürülmesini sağlıyordu.
Yeni silah ilk kez 1885’de tanıtıldı. 1891’de İngiliz ordusunda kullanılmaya başlanacak olan bu olağanüstü silahı görmek için, aralarında Galler Prensi’nin de bulunduğu pekçok kişi Hatton Garden’deki küçük fabrikaya gitti..Yaklaşık yüz piyade tüfeğinin atış gücüne sahip olan silah,İngiliz ordusu tarafından hem Zimbabwe’de, 1893-1894 arasında yapılan Matabele Savaşı’nda,hemde Güney Afrika’daki Boerler Savaşı’nda kullanıldı. Matabele’deki bir muharebede,sadece 50 İngiliz koloni askeri, 5 bin Matabele savaşçısını 4 adet Maxim ile püskürtmeyi başarmıştır.
Avusturya,İtalya,Almanya,İsviçre ve Rusya, Maxim’i İngilizlerden hemen sonra ordularına dahil etmişler ve 1905’e gelindiğinde otomatik tüfek 19 farklı ordu ve 21 donanma tarafından kullanılmıştı.Hiram’ın makineli tüfeği, gençliğinde Amerika’da Shangerville kasabasının değirmenlerini saran farelere karşı icad ettiği ”kendi kendini kuran” kapanın prensibine göre yapılmıştı. Patlayan her mermi, ikinci patlamayı hazırlıyordu.Daha sonra üretilen tüm makineli tüfeklerde de aynı prensip kullanılacaktı. İcad,dünya tarihinde ilk defa Amerikalılar’ın kullandığı 20 megatonluk atom bombasına eşdeğer bir sansasyon yaratmıştı dünyada.
5205_m2_machine_gun

Hiram Maxim,yeni buluşuyla dünyadaki güç dengesini altüst ederek,ateşli silahlar çağında adeta çığır açmıştı..Yeni çağda insanların artık fareler kadar değeri olmayacaktı.Hiram’ın fare kapanı giderek ”insan kapanına” dönüşecek ve bu kapana sahip olan dünyaya hükmedecekti. Gazeteci-Teğmen Churcill, Omdurman Savaşı’ndan sonra İngiltere’ye gönderdiği mesajında ”Vahşiler medeniyetin silahları önünde yok oldular…” cümlesini kullanmıştı..Sadece silah dünyasında değil,sömürgecilik çağında da yeni bir çığır açan bu harpten sonra elindeki müthiş silahla İngiliz İmparatorluğu’nun dünyanın geri kalan insanlarına ”vahşi” damgası vurmasının pek de yadırganacak tarafı yoktu.
Makineli tüfekler sağladıkları üstün ateş gücüyle yüzlerce askerin atış gücüne denk bir avantaj sağlamış , askerlerin ustaca hazırlanan siperlerinden güvenli bir şekilde olabilecek her türlü hücumu püskürtebilmesine imkan vermiştir.Makineli tüfeklerin sağladığı bu güç orduları büyük bir engelden kurtarırken daha yük bir engelle karşı karşıya bırakarak savaşları neredeyse kimsenin galip olamadığı ‘siper savaşı’ yahut diğer adıyla ‘mevzi harbi’ sorunun kaynağı olmuştur.İnsanlık savaşla her ne kadar ölümden başka bir şey elde edemezse de ‘icatlar ihtiyaçlardan doğar’ ilkesi en fazla savaşlarla hayata geçtiğinden makineli tüfeklerin yarattığı bu açmaz kara savaşlarının kralı olarak adlandırılan ‘Tank’ların icadında birinci dereceden rol almıştır.
5205_ottomanweaponsTüfek
Tüfeğin icadı, barutun bulunuşu ve topun icadıyla yakından ilişkilidir. Nitekim, ilk tüfeklere el topu olarak bakılmıştır.Tüfeğin icadıyla savaşlar ilkel yöntemlerden ve araçlardan hızlı bir şekilde kademeli olarak modern ve eğitsel disiplinin ön plana çıktığı bir meslek halini almıştır.Tüfek, her ne kadar Avrupa’da savaşları ileri bir merhaleye taşıdıysa da, asıl misyonunu ve dönüştürücü etkisini yeni dünya olarak bilinen Amerika ve Afrika’da yerine getirmiştir. Teknolojik ilerlemelerden bihaber dünyanın bu bölgelerinde insanlar hala ilkel savaş aletleriyle düşmanlarına karşı koymaya çalışıyorlardı.İngiliz, İspanyol, Portekiz denizcileri ve Hollandalı sömürgeciler zamanlarının ölüm saçan silahı tüfeklerinin gücünü gittiklerdeki yerlerde son derece zalimce kullanmışlardır.
Batılı tarihçiler her ne kadar tüfeği özellikle Avrupa’da kullanılan bir silah olarak öne çıkarsalar da tüfek Osmanlı ordusunda oldukça efektif bir silah olarak kullanılmıştır. Osmanlı’nın gücünü uzun yıllar korumasının sırlarından biri de etrafında yaşanan teknolojik gelişmelere duyarlılığını kaybetmemesidir.Çeşitli tarihi kaynaklarda İstanbul’un fethinde çok sayıda değişik özellikte silah kullanıldığı görülür.
Tüfeğe benzer ilk ateşli silah, 1400’lerde yapılan ve arkebüz olarak adlandırılan küçük bir toptu. 1500’lerde daha gelişmiş tüfekler yapıldı. Bunlar ağızdan dolduruluyor ve fitilli ya da çakmaklı bir ateşleme sistemiyle ateşleniyordu. Bu tüfeklere çakmaklı tüfekler de denir. 1807’de çarpmalı ateşleme sistemi geliştirildi. Bu sistemde, çarpmayla alev alan bir kapsül haznedeki barutu ateşliyordu. 1840’larda çakmaklı ve fitilli tüfeklerin yerini çarpmalı ateşleme sistemiyle donatılmış silahlar aldı. Yuvarlak kurşun atan bu tüfeklerin atışı çok isabetli değildi. Namluya yiv açma denemeleri 1500’lere kadar geri gitse de, gerçek yivli tüfekler ancak 1800’lerde yapılabildi. Öte yandan tüfeği ağızdan doldurmak namlunun yivlerini bozuyordu. Bu da atışların isabet oranını düşürüyordu. Bunu önüne geçebilmek için kuyruktan doldurma sistemi geliştirildi. Günümüzde kullanılan tüfeklerin ve av tüfeklerinin çoğu kuyruktan doldurulur.
Günümüzün muharebe tüfekleri, atış isabet oranları, monte ve bakım kolaylıkları, tesir ve taşınabilirlikleri bakımından mükemmelleştirilmiş olarak çağdaş ordularda her sınıftan askerin birincil silahı olmaya devam etmektedir.
5205_war-cannon-pictures-history-civil-war-weapons
Top
Barutun icadından sonra, kuşkusuz bunun en efektif kullanım alanı topun icadında ve kullanım alanlarında olmuştur. Barutun anavatanı olan Çin’de ilk top örneklerinin ilkel versiyonlarına rastlanır.Çinliler enli ve büyük bambu kamışlarının içine koydukları barutla çeşitli nesneleri fırlatarak bunu hem askeri hem de sivil amaçlı eğlencelerde kullanmışlardır. Topun makalemizi de ilgilendiren asıl önemi, meydana getirdiği tarihsel ve toplumsal değişimlerin bütün dünyanın siyasi spektrumunu şekillendirmesidir.Topun fonksiyonel bir şekilde Avrupa’da krallar tarafından kullanılması feodalitenin sonunu getirmiş , gelişen siyasi birlik ortamında güçlenen krallar dünya hakimiyeti arayışına girerek yüzyıllar boyu devam edecek kanlı savaşlar başlatmışlardır.
İronik bir şekilde topu uzun yıllar en işlevsel şekilde kullanan Osmanlı ordusu, kullandığı bu silahın Avrupa’da yarattığı siyasal dönüşümlerin etkisiyle yok oluşun eşiğine gelmiştir.Bugün medeni dünyanın en ileri güç ve kabiliyetine sahip Amerika kıtasının keşfi ve Avrupa’da karşı konulamaz şekilde yaşanan bilimsel, kültürel,endüstriyel, politik ve dini dönüşümler fırtınası topun en büyük başarısı olan İstanbul’un fethiyle başlamıştır.
Topun, İspanya’yı istila eden Berberiler aracılığıyla Avrupa’ya girdiği sanılır. Topun Avrupa’da ilk kez 1324’te kullanıldığı bilinmektedir. Barutun ana maddesi olan güherçile 13. yüzyıldan önce Avrupa’da bilinmediğine göre, bu tarihten önce topun Avrupa’da kullanılmış olması olanaksızdır. Osmanlılar topu ilk kez I. Kosova Savaşı ’nda, 1389 ’da kullanmışlardır. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’un fethinde birinci derecede toptan yararlanmıştır. Baruttan önce; topçuluk, ağır taşları ve tutuşabilen malzemeyi fırlatan basit mekanik düzenlerden oluşuyordu. Top büyük çubuk ile yuvarlak gülle atan bir silah. Malzemenin atım gücü; kıl veya sinirden yapılan halatlarla elde ediliyordu. Silahlara, genelde mancınık deniliyordu. Modern topları gibi, mancınık da güllelerini alçak bir yolla düşmana atardı. mancınık, zamanımızın havanı gibi, mevzilerinin arka kısımlarını dövmek ve düşman savunmasını kırmak için, dik mermi yolu ile 30 kg’lık taşı 540 metreye fırlatırdı. Barutun bulunuşu bunun ateşli silahlarda kullanılmaya başlanması ateşli silahlar gelişme göstermişlerdir. Top Kullanılan ilk ateşli silahtır.
5205_30_mayis_2010_panorama_muzesi_ve_miniaturk_(27)1232 de Moğolların Piyenking’i kuşatması da, Çinliler tarafından topun kullanıldığı bilinmektedir. Müslümanlar Endülüs ’ü fethettikleri zaman İspanyol orduları az zamanda imha olunmuş, kalanları da tamamen korkmuş, sersemlemiş bir halde dağılmışlardı. Komutanları bu kadar derin korkunun ve perişanlık içinde firarın sebebini askerlerine sormuş: ’Bizi takip edenler bildiğimiz adi adamlar değildir. Her nerede isterlerse açık havada gök gürletiyorlar, şimşek çaktırıyorlar. Diledikleri yerlere tehlike salıyor, yıldırımlar düşürüyorlar. Böyle müthiş insanlardan mürekkep bir orduya karşı koymak kimin karıdır.’ cevabını almıştır.
Bir silah olarak top en etkili ve profesyonel şekilde Osmanlı ordusunda kullanılmıştır. Çok sayıda kuvvetle kendinden emin bir şekilde Antalya Kalesini kuşatan Karamanlılara karşı top ilk defa kale müdafaasında kullanılmış ve Karamanoğlu İkinci Mehmed Bey, bir gülle isabetiyle ölmüştür.
5205_gunpowder_by_fx_1988
Barut: İnsanın doğaya hakim olma mücadelesinin ve savaşın evriminin yeni ve çok yüksek bir safhaya taşınmasını sağlayan buluştur ‘barut.’Diğer birçok buluş gibi tesadüfen bulunduğu sanılan barut, Modern savaşın evrimindeki en büyük adımdır. Doğu’da, Çinliler, güherçileyi biliyorlardı. Abdullah adında Malaga’lı (İspanya’nın güneyi) bir Arap yazarı (1200 yılları), güherçileden söz ederken, “Çin karı” deyimini kullanmıştır. İranlı yazarlar ise, güherçileye “Hint karı” derlerdi. Böylece, güherçile, XIII. yüzyılın ortalarına doğru. Doğu’dan İslam ülkelerine geçti. Anlaşıldığına göre, Çinliler barut yapmayı biliyorlardı. Ancak, barutu, “maytap” ve “kestane fişeği” dediğimiz biçimde kullanmışlardır. Büyük İskender Hindistan’a gittiği sıralarda, barut Hindistan’da da biliniyordu. Marco Polo, Çin’e yaptığı uzun gezisinde, Çinli rahiplerin geceleri havada baruttu fişeklerle şenlikler yaptığını görmüştü.
Avrupa’da barutu ilk bulanın ise, Friburglu Berthold Schwartz (1318-1384) adında bir Alman rahip ve filozofu olduğu sanılıyor. Schwartz, Venediklilerin kullandıkları ilk topları dökmüş, bu toplarla gülleleri uzağa fırlatmak için de, baruttan yararlanmıştı. Ancak, kimi tarihçiler de, Avrupa’da barutun icadı şerefini, Roger Bacon (1224-1294) adındaki İngiliz bilginine verirler.
Avrupa’da, ateşli silahlarla barut, ilk kez XIII. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır. XIV. yüzyılda da, barutun topçuluk alanında kullanılması geliştirilmiştir. Barutun, bugünkü anlamıyla, ilk olarak. İngilizlerle Fransızlar arasındaki Cressy Savaşı’nda (1346) kullanıldığı sanılıyor.
Kimya alanındaki ilerlemeler sonucunda, nitrosellüloz ve nitrogliserinin elde edilmesiyle, hafif dumanlı barutlar kullanılmaya başlanmıştır. Eskiden, barut çok miktarda duman yaptığı için, ateş eden topun yeri hemen belli oluyor, üstelik, bu, top namlusunün kalın bir is tabakasıyla örtülmesine de yol açıyordu. Paul Vieille adındaki Fransız mühendisi (1854-1934) dumansız barutu icat ettikten sonra İse, silahlarda yalnız bu çeşit barut kullanılmaya başlandı (1886). Bundan birkaç yıl sonra da, İsveçli kimyager Alfred Nobel (1833-1896) daha yüksek nitelikte patlayıcı bir madde olan nitrogliserinil barutu keşfetti. Zamanla, barut geliştirilerek, değişik silahlarda, istenilen biçimde kullanılabilecek duruma getirildi.
Çinliler barutu silah olarak ilk defa, 904 yılında patlayıcı olarak kullandılar. Adını “uçan ateş” koymuşlardı. Ardından barut bombalarını mancınıklarda da kullanmaya başladılar. Barutun kayıtlı ilk itici güç olarak kullanılması 1132 yılında bambudan yapılmış toplarda kullanılması denemeleridir. Metal boruya sahip topların kullanımı 1268-1279 tarihleri arasında Moğollar ile Song Hanedanlığı arasındaki savaşta görülür. Barutun Araplar tarafından kullanılması, 13. yüzyılda gerçekleşmiştir.Arapların barutu Asya seferleri sırasında Çinlilerden aldıkları tahmin edilmektedir.
Barutun Avrupa’ya nasıl geldiği hakkında fazla bir bilgi yoktur. Bazı tarihçiler İpek Yolu yoluyla geldiğine inanmakta, bir grup da, barutun Avrupa’da Çin’den bağımsız olarak icat edildiğini savunmaktadır. 1846 yılında İtalya’da Soprero,İsveç’te Schönbein ve Fransa’da Böttger adlı kimyagerler ayrı ayrı çalışarak Nitrogliserin ve Nitroselüloz ( veya pamuk barutu) adı verilen barut çeşidini buldular. bu patlayıcılar olumlu olduğundan, birçok kişi bunları tekamül ettirmek için çaba sarf etti 1886’da Fransız kimyager Vielle silahlarda kullanılabilen ilk dumansız barutu yaptı.
(Kara barut) Barut, ağırlıkça 15 birim potasyum nitrat (bazen yerine sodyum nitrat), 3 birim odun kömürü tozu ve 2 birim kükürdün karışımından oluşur. Bu oran yüzyıllar boyunca değişiklikler göstermiştir. Amaca göre oranı değiştirilebilir. Barut imalinde kullanılan bu üç kimyasal madde kolayca öğütülüp toz haline getirilebilir ve karıştırılır. Bu suretle yapılan baruta (un barutu) denilmekteydi. Bunun birçok sakıncası bulunmaktaydı. Bu karışım fıçılar içerinde nakledilirken patlama tehlikesi vardı. Ayrıca barutun yapıldığı maddelerin farklı özgül ağırlıkları olduğundan, fıçıda durduğu sürece ayrılarak bozuluyordu. Son olarak da rutubetten etkilenerek topraklaşıyor ve yanma özelliğini kaybediyordu. Bu sorun da yine 1400 yıllarında taneli barut yapılarak çözüldü. Şöyle ki toz haline getirilen üç kimyasal madde alkol ile karıştırılarak sulandırıldı ve sonra basınç ile kurutularak taneler haline getirildi. Bu tane barutun daha çabuk yandığı ve daha güçlü olduğu görüldü. Bu barut yine de mükemmel değildi. Atış yapıldığı zaman etrafı kesif bir beyaz duman kaplıyor ve birkaç top salvosundan sonra savaş alanı simsiyah oluyordu. Ayrıca tüfeklerde ve toplardan çıkan duman silahların yerini belli ediyordu. Bunlardan başka kara barut namlularda yapışkan bir tortu bırakıyor ve bir süre sonra bu birikintiler yüzünden gülle veya kurşun (ağızdan dolma) silaha sığmaz oluyordu. Atıştan hemen sonra namlu temizlenmezse,bu yapışkan tortunun içindeki kükürt kalıntıları rutubet alarak sülfürik aside dönüşüyor ve namlu içini kemirerek çürütüyordu. Duman ve tortular yüzünden doğan sorunlar başka bir barutun yapılmasını zorunlu kıldı
Dumansız barut: 1886’da Fransız kimyager Vielle silahlarda kullanılabilen ilk dumansız barutu yaptı.Böylelikle kara barutun doğurduğu teknik aksaklılıklar büyük oranda giderilmiş oldu. Barutun icadı, savaş tarihinin yazılmasında mürekkep vazifesi görmüştür.Barutla birlikte savaş alanındaki silahlar büyük oranda evrim geçirerek ‘ateşli silahlar’ kavramı müstakil bir bilim olarak kendine yer bulmuştur.
Eyer-Üzengi
Eyer ve onun tamamlayıcı bir parçası olan üzengi bir bütün olarak insanlık tarihinin belki de ayrılmaz bir parçası olan atın medeniyetin hizmetinde kullanılmasını sağlayan en önemli unsuru olmuştur.
Basit ve önemsiz gibi duruyor olsa da, bu aygıt motorlu kara taşıtları icat edilinceye kadarki binlerce yıl boyunca insanlığın eli ayağı olan atın insanlığın hizmetine girmesini sağlamıştır. Eyer ve üzenginin önemi neredeyse tekerleğin medeni ilerlemede tuttuğu yer kadar kritiktir.
Atların insanlık tarihine etkisi pek çok alanda kendini göstermiştir. Ulaşımdan haberleşmeye, tarımdan savaşlara kadar farklı farklı alanlarda atların insanlık tarihini hızlandırıcı etkisi görülmektedir. İlk olarak M.Ö. 5500’lü yıllarda Kuzey Kazakistan dolaylarında yaşayan insanlar tarafından evcilleştirildiği belirtilen atların savaş tarihine olan tesiri derin niteliktedir.
Bir savaş objesi olarak atın kullanımını ise M.Ö. 1350 yıllarına ait Mısır yarı kabartmalarında görebiliyoruz. Bu kabartmalarda ve M.Ö. 12. yüzyıldan kalmış kabartmalardan bir tanesinde Kadeş Savaşı’na katılmış bir atlı asker tasviri bulunmaktadır. Fakat yine de bu atları bugün bildiğimiz anlamdaki süvarilere benzetmemiz mümkün değildir; zira o dönemde ata binen insanlar eyer ve üzengi kullanmıyorlar ve atı kolayca yönetemeyecekleri şekilde arkaya oturuyorlardı. Atların o devirde henüz sırtlarında insan taşıyabilecek güce ulaşamadıklarını buradan da anlayabiliyoruz. M.Ö. 8. yüzyılda ise seçme ve ıslah yoluyla elde edilen cins atlara Asurlular ağırlıklarını omuzlarına vererek biniyor, hayvanlarla gerekli iletişimi kurabildikleri için hareket halindeyken ok atabiliyorlardı. Belki binicilik gelişmemişti ama biniciler istedikleri anda dizginleri ellerinden bırakarak da atlarını sürebiliyorlardı.
Asurlular, İskitler, Kimmerler gibi atlı kavimler Himalaya’lardan Kafkas Dağları’na kadar uzanan bir alan dahilinde kendilerine göre nispeten uygar olan kavimleri bile atlarına olan hakimiyetleri ve atlarını savaş alanlarında etkin biçimde kullanabilmeleri nedeniyle dize getirmeyi başarmışlardı. M.Ö. 7. yüzyılın sonlarında Mezopotamya’ya saldırmış olan İskitler, Ortadoğu – Hindistan – Çin ve Avrupa’daki uygarlıkların sınırlarında 2000 yıl kadar sürecek olan baskın, yakıp yıkma, köle alma, öldürme ve topraklara sahip çıkma olaylarının adeta habercisi olmuşlardır.
Atların kullanımında ve atlara hakimiyette çığır açan bir buluş olan üzenginin ise Avrupa’da 8. yüzyıla kadar kullanılmadığı ifade edilmektedir. Böyle söylenmesinin nedeni, Batı Avrupa’da süvari sınıfının bu yüzyıla kadar kurulmamasıyla bağlantılıdır. Romalıların “barbar” adını verdiği Batı Roma’yı yok eden kabileler Gotlar, Alanlar, Vandallar, Heruliler ve Hunlar atlı savaşçılardı. Fakat Avrupa nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Keltler, Germenler veya Slavlar olsun bunlar yaya olarak savaşıyorlardı. Saldırı sırasında hareketlilikleri çok olan Kuzey Afrika’lılar (Moors) ve Vikingler, Franları süvari sınıfı kurmaya zorlamıştır.
Üzenginin doğuda ise milattan önce en erken 4. yüzyılda kullanıldığı belirtilmektedir. Bu döneme ait bir İskit vazosu üzerindeki kabartmalar üzengi ile donatılmış eyeri göstermektedir. Ki, bu da İskitlerin üzengiyi kullandıklarını gösteren bir kanıttır. “Atlı okçular” olarak bilinen birçok İskit önce üzengiye ihtiyaç duymamışlardır. Ancak sonradan Sarmatyalıların onları yenmesiyle buna gerek duymuşlardır. M.Ö. 2. yüzyıla uzanan Hindistan’daki bir Budist tümülüsündeki heykeller atlıların üzengi kullandıklarını göstermektedir. Kabileleri alanlarına katılan Sarmatyalılar, Hıristiyanlığın geldiği dönemlerde batıya doğru harekete geçtiler. Ağır zırh giyiyorlardı ve yayı kullandıkları gibi mızrak da kullanıyorlardı. Ve bunun yanı sıra üzengileri de vardı. Onlar İskitlerin yerine geçerek batı steplerinin efendileri oldular. Vizigotlar ve Ostrogotlar, üzengiyi kullanmayı onlardan öğrendiler. İskandinavya’dan Doğu Avrupa’ya yavaş yavaş sızan Vandallar, Gepidler, Heruliler ve diğer “Doğu Germen” kavimleri de üzengiyi Sarmatyalılardan öğrendiler. Elbette ki tüm kavimleri Roma içine süren Hunlar da üzengiyi kullanıyordu. Hunlar, Macaristan’da Attila’nın imparatorluğunun sona ermesinden sonra uzun müddet kaldılar ve Doğu Roma’nın en iyi süvarileri oldular.
5205_[eyer_ve_ekipmanlari_numarali_gosterim]

(1- Ön Kemer, 2- Arka Kemer, 3- Sağrı, 4- Bağlantı Barı, 5- Örtü, 6- Kanat, 7- Zırh, 8- Üzengi Kayışı, 9- Üzengi.)
Üzenginin Avrupa’da yarattığı sosyal ve ekonomik değişim de yadsınamaz. Üzenginin 9. yüzyılda yaygın olarak kullanılmaya başlamasıyla süvari sınıfı Adrianopole Muharebesi’nde kaybettiği etkinliğini yeniden kazanmaya başlamış ve atlı soyluların muharebe gücünün artması sonucu Roma’nın yıkılışı sonrasında beliren kaos döneminde ortaya çıkan feodalizm Avrupa’ya sağlam şekilde yerleşmiş ve sonraki 6 asır boyunca Avrupa’nın temel siyasi ve ekonomik sistemi olmuştur.Üzenginin Avrupa’da ortaya koyduğu performans bugünkü manada profesyonel askerliğin önünü açmış ‘’Şövalyelik’’ kavramının altını dolduran baş etmen olmuştur. Şövalyeler üzerlerindeki ağır zırha rağmen, üzenginin sağladığı üstün hakimiyet kontrolü sayesinde bugünün zırhlı muharebe araçları gibi uzun yıllar savaş alanlarını yıkım meydanlarına çevirmişlerdir.